Meclis Başkanına göre Danıştay kararı Meclis yetkisini gasp etmiyor
Geçen hafta perşembe günü bu köşede çıkan yazının başlığı “Danıştay kararıyla Meclis’in yetkisini elinden almak”tı.
Yazıda, Danıştay 10. Dairesinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesinden çıkartmasını “hukuka uygun” bulan kararı eleştiriliyor, bu kararla Meclis’e ait olan bir yetkinin gasp edildiği anlatılıyordu.
Aynı gün Meclis Başkanı Mustafa Şentop aradı, “Hayır” dedi, “Meclisin yetkisi gasp edilmedi.”
Uzun telefon konuşmamızda bir dizi örnek zikrederek bu konudaki kendi görüşlerini anlattı; sonra aynı görüşlerine temel oluşturan bazı bilgi notlarını benimle paylaştı.
Buna göre 1924 Anayasası döneminde Türkiye, uluslararası anlaşmalar için iki adımlı bir mekanizma kullanıyordu. Önce hükümet adına anlaşmaya imza atılıyor; ardından Meclis bunu onaylıyor veya onaylamıyordu. Bir anlaşmadan çıkılacağı zaman da, Meclis yeni bir kanun çıkarıyor, Türkiye’yi anlaşmadan çıkarıyordu.
Fakat 1961 ve 1982 Anayasalarında bu usulün yerine üçlü bir mekanizma getirilmişti. Önce anlaşma imzalanıyor, ardından Meclis bunu “uygun bulan” bir kanun çıkarıyor, en sonunda da yürütme erki anlaşmayı onaylıyordu.
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilene kadar bu yetkiyi Bakanlar Kurulu kullanmıştı; ondan sonra yetki tek kişilik hükümet olan Cumhurbaşkanına geçmişti. Tartışılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi bu yetkiye ilişkindi.
Şentop’un gönderdiği bilgi notlarında çok sayıda örnek de var. Örneğin Türkiye 2008’de “Uluslararası Kahve Anlaşması”na imzacı olmuş; bu anlaşma Meclis’te 9 Kasım 2010’da “uygun bulunmuş” ve 24 Ocak 2011’de de Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmıştı. Ama 6 yıl sonra 6 Şubat 2017’de Bakanlar Kurulu bu sözleşmeden çekilmeye karar vermişti. Ve Türkiye anlaşmadan çekilmişti.
Buna benzer başka örnekleri de var Şentop’un. Meclis tarafından “uygun bulunması hakkında kanun” çıkarılan uluslararası anlaşma ve sözleşmelerden Bakanlar Kurulu kararıyla çekilmeye ilişkin örnekler bunlar.
Bu örneklerin hepsinin dayanağı, 1963’te çıkmış olan bir kanun. Altını çizmek istiyorum: Meclis, 1963 yılında Bakanlar Kurulu’nun usulünce onaylanıp yürürlüğe girmiş uluslararası anlaşmalarıdan ayrılmasına yetki veren bir kanun çıkartmış. Kanun.
Bu kanun, başka pek çok kanunla birlikte Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı sistemine geçeceği gün Cumhuriyet’in son bakanlar kurulu tarafından bir Kanun Hükmünde Kararname ile yürürlükten kaldırıldı. Sonra da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aynı yetkiyi kendine kendi çıkardığı bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile verdi. Kararname.
Burada teknik hukuk tartışması gibi gelebilir ama rejimimizin niteliği bakımından çok önemli bir konu bu. Daha önce bir kişiye değil bir heyete ve üstelik kanunla verilen bir yetkinin bu kez tek bir kişi tarafından ve kendi kendine verdiği yetkiyle kullanılması söz konusu.
Danıştay’ın “hukuka uygun” bulduğu da bu işte. Cumhurbaşkanı’nın daha önce yürütmeye kanunla verilmiş olan bir yetkiyi şimdi kendi kendine vermiş olması.
Kanun-kararname meselesi kadar önemli bir başka konu, Cumhurbaşkanlığı sistemini getiren ve Cumhurbaşkanı’na “idari konularda kararname çıkarma yetkisi” veren Anayasanın bu kararname yetkisini kısıtlamış olduğunu bilmek. Mevcut Anayasaya göre Cumhurbaşkanı “Temel hak ve özgürlükler”le ilgili kararname çıkaramaz. Oysa İstanbul Sözleşmesi, temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir uluslararası sözleşmeydi.
Perşembe günkü yazımda meselenin kuvvetler ayrılığı ilkesi bakımından zaten vahim durumda olan ülkemizde Meclis’in bir yetkisinin daha elinden alınması olduğunu anlatmaya çalışmıştım, tekrar etmeyeceğim.
Elbette bir mahkeme, adı Danıştay bile olsa Meclis’in kendisine ait gördüğü ve kıskançça sahip çıkmak istediği bir yetkisini elinden alamaz.
Meclis çoğunluğu isterse bu konuda aynen 1963’teki gibi bir kanun çıkarıp ilgili yetkisini Cumhurbaşkanı’na da devredebilir; bizzat kendi uhdesine de alabilir.
Burada önemli olan, Meclis’in kendi yetkilerine kıskançça sahip çıkıp çıkmadığı.
Bizim Meclis’imiz böyle bir kıskançlık içinde değil maalesef. Bırakın uluslararası sözleşmeleri, en temel hakkı olan bütçe hakkını ve vergi salma hakkını bile yürütme erkine neredeyse devretmiş bir Meclisimiz var bizim.
Meclis Başkanı, “Yetkimiz gasp edilmedi” diyor, ama ben onunla aynı görüşte değilim.
Uluslararası sözleşmeleri kabul etme veya bu sözleşmelerden ayrılma konusunda Meclis’in yetkisi bir protokoler yetkiye indirgenemez.