Mahir Ünal Türkçeyi biliyor mu?

Ben de İngilizleri, Yunanistanlıları, Fransızları, Almanları kıskanıyorum doğrusu.

Atina’da yaşayan Yunan arkadaşım, ta Roma devrinden kalma Yunanca tabelayı bakıp okuyabiliyor ve anında bana İngilizce’ye tercüme edebiliyor. Veya İngilizler, yüzyıllarca önce yaşamış yazarların şairlerin eserlerini bugün rahatça okuyabiliyor.

Oysa biz Atatürk’ün Nutuk’unu anlamak için bile tercümana ihtiyaç duyuyoruz.

Ak Parti’nin bir zamanlar parlak genç isimlerinden biri olan Mahir Ünal’a soracak olursanız, bizim Atatürk’ü bugün anlayamamamızın sebebi harf devrimi. Tabii o Atatürk ve Nutuk örneğini vermiyor, ben veriyorum, haksızlık olmasın. Mahir Ünal’ın örneği çok daha fena bir örnek.

Harf Devrimi tartışması, bizde büyük bir iştahla yapılan “Kültür savaşı” tartışmalarından biri. Deniyor ki, Arap elifba’sından vaz geçip Latin alfabe’sine geçmek büyük bir kültürel kesintiye neden oldu.

Birkaç şey söylememe izin verin:

Harf devrimi öncesinde Arap elifba’sını okuyup yazabilen insan sayısı son derece sınırlıydı. Okuyan yazan insan sayısı sınırlıyken o kültüre hakim olup o dilde güzel konuşan, yazan insan sayısı daha da sınırlıydı.

Arap harfleriyle yazmaya devam edip Cumhuriyet’in yaygın eğitim devrimini sürdüremez miydik? Evet yapabilirdik; bugün İran, Irak, Mısır, Suriye gibi ülkelerde okuma yazma son derece yaygın; demek Arap harflerini öğrenmek o kadar da zor değil.

İran bilimde ve çağdaş sanatın bazı dallarında en az Türkiye kadar parlak durumda, hatta bilimde daha parlak. Demek o harfler bilime ve çağdaş sanat yapmaya da engel değil.

Harf Devrimi hiç yapılmasa daha mı iyi olurdu? Aradan geçmiş 94 yıl; “Keşke yapılmasaydı” veya “Hayır Harf Devrimi çok faydalı oldu” demenin hiçbir anlamı yok. Yapıldı ve açıkçası başarılı da oldu, bugün Türkiye’de bir okuma yazma sorunundan söz etmeye imkan yok. Amaç da buydu: Okuma yazmayı yaygınlaştırmak.

Bu “Kültür savaşı polemiği”ni yapmaya bayılanların karıştırdığı, hatta bence bilinçli biçimde çarpıttığı bir konu var. Kullanılan harflerle dilin kendisi arasında bilerek bir çarpıtma yapılıyor.

Hayır, Arap alfabesini biliyor olsanız dahi eski Osmanlı belgelerini veya mezar taşlarını okumakta en az bugün yaşadığınız kadar güçlük çekerdiniz. Yunus Emre şiirini okurken bir zorluğunuz olmazdı ama Fuzuli şiirini okusanız bile anlamazdınız. Çünkü Osmanlı Sarayı aynen Çin’deki yüksek bürokrat sınıfı Mandarinler gibi kendine özgü “Osmanlıca” isimli bir dil yaratmıştı; bu dil Türkçe değildi, içinde Arapça ve Farsçanın büyük bir ağırlığı vardı.

“Osmanlı münevveri” denen insan 19. yüzyıl ortasına kadar sarayda yetişmişti; 2. Mahmut’un Enderun’ı kapatıp modern eğitim kurumlarının ilk temellerini atmasından sonra da amacı ve hedefi sarayda (devlette) çalışmak olan bir gruptu. Osmanlı’da “sivil aydın” diye bir şey bulmak bir hayli zordur, ancak imparatorluğun son 30-40 yılında tek tük bazı isimlerden söz edebiliriz.

Mahir Ünal, “Harf Devrimi çok yıkıcı bir kültür devrimiydi” derken hem haklı hem haksız. Geçmişten mutlak bir kopuş getirdi, burası doğru. Ama o geçmişle bağı olan (ve olacak olan) insan sayısı çok sınırlıydı.

Mahir Ünal konuşmasında şöyle diyor: “Bugün konuştuğumuz Türkçe’nin düşünce üretebilmesi mümkün değildir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz sadece ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz, konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz. Mesela melül, mahsun, inkisar, keder, hüzün, buhran bunların hepsini tek bir kelimeyle ifade ediyoruz; stresliyim.”

Dil, yaşayan bir şey.

Peki acaba “melül” kelimesini, hadi ondan vazgeçtim “melül”ün sözlük karşılığı olan “hüzünlü” kelimesini Mahir Ünal son 1 yıl içinde kaç kez kullanmıştır?

Bazı kelimelerin dilimizden uzaklaşması karşısında ben de hüzünleniyorum ama “Bundan sonra bu kelimeyi kimse yazmayacak, konuşmayacak” diye bir emir gelmedi; biz gönüllü olarak o kelimelerden vazgeçtik.

Şanslıydım, “Eski Türkçe” kelime hazinesi bir hayli geniş bir ailede büyüdüm, bu kelimeler günlük hayat içinde de sıklıkla kullanılırdı. Ama ben aynı kelimeleri okulda arkadaşlarıma söylemeye kalktığımda onlar bu kelimeleri bilmezdi; çünkü en azından iki ayrı Türkiye vardı, çoğunluk o kelimeleri hiç bilmeyen taraftaydı.

Refik Halit Karay’ın veya Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dil zenginliğine artık çok rastlanmıyor ve ben bu duruma üzülüyorum ama unutmayın bizim Yaşar Kemal diye, Oğuz Atay diye, Adalet Ağaoğlu yazarlarımız da var; onların Türkçesi hepimizin zenginliğine zenginlik kattı.

Son zamanda “aktivist” diye bir laf türedi; ne oldu da “eylemci” sözcüğü gözden düştü acaba? “Salgın” demek varken “pandemi”yi ne çabuk benimsedik?

Cumhurbaşkanı, “kampus” yerine “yerleşke”yi değil “külliye”yi tercih ediyor, tamam ama “Dolmabahçe çalışma ofisi”ne gitmekten de geri kalmıyor. Sanki “dinlenme ofisi” olurmuş gibi.

Türkçe’de düşünce üretemiyor olmamızın sebebi kullandığımız harfleri hangi medeniyetten aldığımız değil.

YORUMLAR (125)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
125 Yorum