Doğanın kesintili olmasının sonuçları

Karşımdaki bilgisayar ekranına bakıyorum, elimle vuruyorum. Tok bir ses geliyor.

Karşımda elle tutulur somutlukta, sert bir obje var. Elim onun içinden geçmiyor.

Aynı şekilde sandalyede oturuyorum ve yere düşmüyorum, ayaklarım yere değmese de sandalye beni havada tutmaya devam ediyor.

İpe tutunup tırmanıyorum, yer çekimini böylece yeniyorum.

Duvarların arkasını göremiyorum.

Bütün bunlar bana etrafımdaki nesnelerin ve genel olarak da bütün evrenin sert, her biri birer bütün oluşturan nesnelerden meydana geldiğini söylüyor.

Ama bir kabın içine su dolduruyorum veya denize giriyorum, aynı şekilde kesintisiz gözüken suyun içine girebiliyorum vücudumla. Elimi suyun içinde hareket ettirebiliyorum. Hatta havuzun bir tarafından dalıp öteki tarafından dışarı çıkabiliyorum.

Bulutlar buradan bakınca katı nesneler gibi duruyor. Ama uçakla giderken bir koca bulutun içinde geçebiliyoruz.

Bunlar da bana bazı nesnelerin sert değil yumuşak olduğunu, onların içinden geçebildiğimi söylüyor.

O yüzden “maddenin halleri” var: Katı, sıvı, gaz ve plazma…

Katı maddelerin içinde geçemiyoruz ama sıvı ve gazlardan geçebiliyoruz. Plazmaları denemeyi önermiyorum.

Madde, hangi madde olursa olsun, enerjisi yükseltildiğinde bir halden diğerine geçiyor. Katılar önce sıvı oluyor, sonra gaz, en sonunda da plazma.

Bir seferinde Nobelli büyük fizikçi Richard Feynman’a, “Buzda neden kayarız” diye sorulmuş. Fizikçi için bu sorunun cevabı son derece basit: Buzla temas ettiğiniz yere bir enerji uygularsınız, o enerji buzu suya çevirir, su da kaygandır.

Temel fizik kuralları etrafımızda gördüğümüz görmediğimiz her şeyi açıklar bize. Ama yine de, gündelik deneyimlerimizin bize yaşattığı bazı yanılsamalardan kurtulmak kolay değil.

İşte burada haftalarca zaman konusunu konuştuk. Zaman diye bir şeyin fiziken var olduğunu düşünmek, beynimizin bize yaşattığı yanılsamaların en amansızlarından biri.

Bugün bir başka yanılsamayı, doğayı kesintisiz sanma yanılsamasını konuşmaya başlamak istiyorum. Sanıyorum modern fiziğin, en çok da kuantum mekaniğinin bize söylediği şeylere içimizde bazılarının müthiş metafizik anlamlar yüklemesinin arka planında bu yanılsamalar yatıyor.

İnsanlık çok eski zamanda, ta antik Yunan’ın ilk zamanlarında doğanın ve doğada gördüğümüz şeylerin ayrı ayrı katı cisimler olmayabileceğini, doğanın bazı minik birimlerden oluşabileceğini düşünmüş. İlk atomcular antik Yunan’a kadar gidiyor, biliyorsunuz.

Ama aynı antik Yunan’da bir de Aristo var; doğanın dört temel elementten meydana geldiğini düşünmüş ve cisimleri katı, kesintisiz olarak hayal etmiş.

Aristo çok haksız değil. Bugün bile Aristo’nun bu fikrini (dört temel element değil elbette, katı ve kesintisizlik fikrini) gayrı ihtiyari destekleyen çok sayıda insana rastlayabilirsiniz. Çünkü hepimizin günlük deneyimi bu yönde.

Musluktan su akar. O su kesintisiz midir? Lise fizik ve kimya derslerini hatırlar, “Hayır kesintisiz değildir, su moleküllerden oluşur” dersiniz ama daha molekül seviyesine inmemize gerek yok, musluktan akan suyu çok hızlı çekim yapabilen bir kamerayla görüntüleyecek olursanız o bizim kesintisiz sandığımız şeyin aslında art arda dizilmiş su damlaları olduğunu görürsünüz.

Sinemada veya televizyonda veya cep telefonu ekranında gördüğünüz videoların kesintisiz olduğunu sanıyor olabilirsiniz. Hayır, değiller. Sinemada eskiden saniyede 24 kareydi; şimdi filmler dijital o da 25 kare oldu. Yani ardı ardına dizilmiş 24 veya 25 fotoğrafı aynı saniye içinde görmek bize kesintisiz bir hareket hissi veriyor.

FluTV adlı YouTube kanalında “Olmaz Öyle Saçma Bilim” serisi yapan fizikçi Erkcan Özcan’ın çok güzel bir örneği var aklımda kalan: Otomobiliniz 0 km hızdan 100 km hıza ivmelenirken acaba kesintisiz mi yükseliyor, yoksa aralarda hep dura kalka mı yükseliyor? Yani, acaba hareket kesintisiz midir?

“Uzay zaman sürekliliği” (continuum) deniyor mesela. Acaba öyle mi? Kesintisiz bir süreklilik mi var?

Filmlerde falan görüyoruz, bazı hayali varlıklar duvarların içinden, katı nesnelerden geçebiliyorlar. Gerçekten geçebilir miyiz? Ne engel var, duvarın arkasını görmemize, hatta duvarların içinden geçmemize?

Doğada bazı canlıların gözlerinin elektromanyetik spektrumun bize göre daha geniş bir bölgesini, kızıl ötesini de kapsayan bölgesini “görebildiğini” biliyoruz. Bu sayede ısı değişimlerini fark edebiliyorlar, bu da onlara avlanırken veya av olmaktan kurtulmaya çalışırken avantaj sağlıyor. İddiaya göre insan da eskiden kızıl ötesini görebilirmiş ama bunu zaman içinde kaybetmiş. Gözümüz ve beynimiz elektromanyetik spektrumun tamamını görebilseydi ne olurdu? Bu dünyaya ve evrene ilişkin algımız ne kadar değişirdi acaba? Düşünsenize, havada uçuşan WiFi sinyallerini görebiliyorsunuz…

Hayal bu ya, diyelim bir mikroskop gibi, hatta bir elektron mikroskopu gibi görebiliyoruz, acaba o zaman da cisimlerin “katı” ve “kesintisiz olduğunu düşünür müydük? Yoksa etrafımızda sadece bir takım bulutlar mı görürdük?

Gelin, bu soruların cevapları üzerinde biraz sohbet edelim. Haftaya başlayalım.

YORUMLAR (24)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
24 Yorum