Bağnazlık, bütün insanlığın temel bir zaafı
Meşhur cümleyi hatırlayan sayısı azdır, tekrar edeyim: Bildiğimiz şeyler var; bilmediğimizi bildiğimiz şeyler bir de bilmediğimizi bile bilmediğimiz şeyler var…
Bu cümleyi en son, Irak işgali sırasında Amerika’nın Savunma Bakanı olan Donald Rumsfeld söyledi ama cümlenin çeşitli versiyonlarını en azından eski Yunan filozoflarından beri biliyoruz.
İnsan bu cümlenin derinliğini kendi aklıyla kavrıyor elbette; hatta o derinliğe vakıf da oluyor. Ama sonra dönüyor, bütün hayatını, (hatta başkalarının hayatını da) her şeyi bildiği varsayımı üzerine bina ediyor.
İnsan beyni, büyük ihtimalle enerji tasarrufu amacıyla, etrafında hep düzen arayan bir “makine.” Örneğin, insan gözü son derece hassas ve yüksek kapasiteli bir organ ama bu gözün algıladığı görüntüyü beyne ileten sinirler tam anlamıyla bir huni ağzı işlevi görüyor, yani gözün gördüğünü beyne çok daha zayıf bir şey olarak gönderiyor.
Beynimiz bu durumda gözden yavaş yavaş ve eksik biçimde gelen sinyali işlemek için kendi hafızasına başvuruyor; her şeyi daha önce gördüğümüz bir şeye benzetmeye çalışıyor, şekilleri, renkleri vs tanıdık görüntülerle eşlemek istiyor. Karanlık bir odada hayali şeyler “görmemiz” bu sebeple oluyor, beynimiz uyduruyor onları.
Beyin sadece gördüklerinde düzen aramıyor, hayatın tamamında bunu yapıyor. Örneğin tanıdığımız birinin karakter özellikleriyle ilgili bir fikre sahip oluruz ve o kişi o özelliklerin dışında bir davranışta bulunursa çok şaşırırız. Şaşırmamızın nedeni budur: Biz kafamızda bir düzen kurduk, o kişiyi de belirli bir rafa yerleştirdik, o kişi yerleştiği rafa uymayan bir davranışta bulunarak bizi şaşırtır, hatta kızdırır.
İnsanın bu düzen severliği ve düzene yatkınlığı, sosyal bilimlerde çok incelenmiş ve incelenmeye de devam eden bir şey.
Ben bugün izninizle bu düzen severliğin bir uç hali olan bağnazlık hakkında sizlerle sohbet etmek istiyorum.
Bağnaz kelimesi dilimize 1935 gibi yakın bir zamanda girmiş; çoğu uzmanın ve sözlüğün üzerinde uzlaştığı konulardan biri bu kelimenin Almanca “Banause” sözcüğünden geçmiş olduğu; Almancaya da zaten eski Yunanca “banausos”tan girmiş. (Bize de ‘öztürkçe’ diye yutturulmuş.)
Sözlükler anlamını “Bir düşünceye aşırı derecede ve körü körüne bağlanan ve bunun dışındaki fikirleri reddeden; tutucu; mutaassıp” diye tarif ediyor. Biz bağnazı hep olumsuz anlamda kullanırız, olumlu bir anlamda bu kelimenin geçtiğini hiç duymadım.
Bana soracak olursanız her türlü tutuculuğun ve bağnazlığın kökeninde baştan beri anlatmaya çalıştığım beynimizin düzen arama zaafı yatıyor. Beynimiz bir düzeni kurduktan sonra o düzeni tehdit eden her şeye kızmaya başlıyor. Beynimizin yarattığı o düzeni korumaya çalışmak “bağnazlık” oluyor yani.
Yalnız tabii, düzenden düzene de fark var. Bazı düzenler çok kolay ve çabuk bozulur, bazıları ise çok uzun süre dayanır.
Ben yine bilimden örnek vereyim. Öklid’in bundan binlerce yıl önce kurduğu geometri düzeni bugün hala yaşıyor. Bakın etrafınıza, Öklid’in tarif ettiği şekillere benzeyen çok sayıda şekil göreceksiniz, çünkü beyniniz onları arıyor ve görüyor öncelikle. Ama daha dikkatli bakın, Öklid’in hiç de öngörmediği başka şekiller ve cisimler de var bolca. Biz onlara kısaca “şekilsiz” diyoruz, beğenmiyoruz bizim düzen duygumuzu sarsan şeyleri.
Matematikçilerin Öklid geometrisine meydan okumak için 19. yüzyıla kadar beklemelerinin öyküsünü daha önce yazmıştım burada. Bugün evet elimizde Öklid dışı geometriler de var ama Öklid de hala yerinde duruyor işte.
Bir de daha kolay yıkılan düzenler var. Öklid kadar eski olan bir başka Yunan filozofu Aristo, sadece dünyanın değil bütün evrenin bir düzen içinde olmasını arzu ediyordu; merkezinde dünyanın yer aldığı bir evren hayal etti ve bunu söyledi.
Aristo’nun bu öznel görüşü, ilk dile getirildikten epey sonra Katolik kilisesi tarafından resmi dini görüşe dönüştürüldü. Oysa dünyanın geri kalanı, mesela Çin, mesela Hindistan, mesela İslam dünyası dünyanın evrenin merkezi olmadığını, dünyanın güneşin etrafında dolaşan gezegenlerden biri olduğunu çok uzun zamandır biliyordu, bilmek ne kelime bunu kanıtlamıştı. Dünyanın bir küre olduğunu ve kendi ekseni etrafında döndüğünü de çoktan kanıtlamıştı bu uygarlıklar.
Ama ne yapacaksınız, Batı Avrupa kilisenin kurduğu bu düzene tabiydi ve dünyanın evrenin merkezinde olmadığını söylemek idam gerektiren bir suçtu. Bütün bu yaygın bağnazlığa ve sonsuz gibi gözüken gücüne rağmen sonunda o düzen sizin de bildiğiniz gibi yıkıldı gitti.
Baştaki cümleyi yeniden hatırlatayım. Bildiğimiz şeyler var; bilmediğimizi bildiğimiz şeyler var bir de bilmediğimizi bile bilmediğimiz şeyler var…
Bilmediğimizi bile bilmediğimiz şeyler, korkarım bütün bildiklerimizden çok fazla.
Bağnazlık, evet insana dair bir zaaf ve hepimiz bu zaafla malûlüz ama hiç değilse böyle bir zaafımız olduğunu biliyoruz. Bu da bir şey.