600 bin hevesli gencin hevesini umarım kırmayız
Ağır, kötümser, insanı depresyona sokan bir ülke gündemi var.
Yolsuzluk iddiaları, siyasetin mafyalaşması, ifade özgürlüğünün hiçe sayılması, her köşeden din adına konuştuğunu iddia eden bir adamın çıkıp saçmalaması…
Gelin bu depresyondan çıkmayı deneyelim bugün. İnsanı ümit sahibi yapan, geleceğe daha olumlu gözle bakmamıza neden olan şeyler de yaşanıyor Türkiye’de.
Biliyorsunuz, Selçuk Bayraktar diye genç bir adam var. Bu adam tek başına Türkiye’deki iklimi, bilim ve teknolojiye bakış iklimini değiştirmeye çalışıyor ve bir ölçüde de başarılı oldu.
Onun Tayyip Erdoğan’ın damadı olması ve Türk savunma sanayiinin en başarılı işlerinden birinin yürütücüsü olması sayesinde edindiği bir de siyasi etki gücü var. Selçuk Bayraktar bu etki gücünü, Teknofest adıyla bir çeşit bilim-teknoloji panayırı düzenlemek için kullandı.
Bu büyük bir icat değil. Amerika’da ve Avrupa’da benzerleri on yıllardır yapılıyor, amaç bilim ve teknolojiye normal akademik kanalların dışında da katılımı sağlamak, hatta o katılanlara belki özel sektörden finansman da sağlayıp yeni işler yapılmasını sağlamak.
Amerika’da böyle 50’li yıllarda başlayan ve ödülü sadece 1 dolar olan bir yarışma bugün ortaya onlarca uzaya roket gönderen şirketi çıkarmış durumda. Bizde neden benzeri olmasın?
Teknofest’in içinde çeşitli konularda onlarca farklı yarışma düzenleniyor. Örneğin bu yarışmalardan birinin geçen yılki galiplerinden biri olan, Zonguldak’taki Bülent Ecevit Üniversitesi’nden bir grup doktora öğrencisinin yaptığı mini uydu şu anda alçak yörüngede gözlem yapıyor.
Bu yarışmalara muazzam bir katılım var. Diyorum işte, Zonguldak’taki üniversiteden öğrenciler bu sayede uydu yapma işine giriştiler ve yaptılar. Üstelik uyduları uzaya da gitti.
Bu yıl Teknofest İstanbul dışına taştı ve Samsun’da başladı. Birkaç hafta önce haberi dikkatimi çekmişti, Teknofest kapsamındaki onlarca yarışmadan biri roketleri yer yüzüne dikey indirmekle ilgili. Bu yarışmaya 2 binden fazla kişi ve ekip başvurmuştu, finale kalan 10 ekip Samsun’da yarışacaktı.
Dün Samsun’da Teknofest’in açılışı sırasında Selçuk Bayraktar duyurdu; bu yıl Teknofest’e bütün yarışmalar için 600 bin kişi yarışmacı olmak için başvurmuştu. Yanlış okumadınız, 600 bin kişi.
40 ayrı yarışma var; ilkokuldan üniversiteye kadar her yaşta genç için yarışmalar mevcut programda. İşte görüyorsunuz, 600 bin kişi başvurmuş. Müthiş bir rakam.
Elbette onların hepsi birden yarışamıyor; her yarışmanın kendi jürisi var, başvuruları elemeye tabi tutuyor. Ama potansiyele bakar mısınız, 600 bin kişi roket yapımından robotike, insansız hava aracından başka bazı alanlara kadar alanlarda kendi özgün bir buluşu olduğunu düşünüyor ve yarışmaya katılmak istiyor. Bu hevesli kitleden 6 tane iş çıksa ve her yıl çıksa, Türkiye’nin katma değer yaratma sorunu çok hafifleyebilir.
Kaldı ki Teknofest’in konuları kaçınılmaz biçimde bilim ve teknoloji alanında yapılabilecek şeylerin sınırlı bir bölümünü kapsıyor. Bir başka Selçuk Bayraktar çıkıp mesela tıbbi cihazlar konusunda yarışmalar başlatsa, uygulanabilir ve ticarileştirilebilir kim bilir ne örnekler göreceğiz. Türkiye hala her yıl yurt dışından milyarlarca dolarlık tıbbi cihaz alıyor. (Bu türden 20 ayrı yarışma önerisini bir çırpıda sıralayabilirim, o kadar münbit bir alan bu.)
Elbette hepimiz farkındayız, en azından 6 yıldır bir hayli moralsiz, içine kapanmış, gülümsemeyen, gelecek hayali kurmayan ve kendi kendini tahrip eden bir ülkede yaşıyoruz.
Ekrem İmamoğlu İstanbul’da seçimi iyimserlik pompaladığı, “Her şey güzel olacak” dediği ve kendisi de yeni bir isim olduğu için kazandı. İyimserliğin ve yeniliğin gücünü küçümsemeyin.
Gülmeye, ümitli olmaya, iyimserliğe, yarının bugünden iyi olacağını düşünmeye ihtiyacımız var.
Biliyorum, bütün bu yazdıklarıma rağmen gülümsemek, geleceğe dair ümitli olmak hiç kolay değil. Ülke hepimizi alıyor, paçamızdan aşağı doğru çekiyor.
Şöyle düşünün: Trafikte kırmızı ışıkta durduğumuzda bizimle birlikte ışığın yeşile dönmesini bekleyen onlarca diğer otomobile değil kırmızıda geçen tek bir kişiye bakarız. Oysa ezici çoğunluk kurala uymaktadır. Biz hep kötü örneklere odaklanıyor, onları konuşuyoruz. Bu, biraz da kaçınılmaz bir algıda seçicilik sorunu.
Ama şunu unutmayın: Bu ülkede siyaseti ve sıkıntıları hayatının odak noktasından uzak tutmaya çalışıp işine gücüne odaklanmış milyonlar yaşıyor. Böyle yapmaları onları apolitik olduğu, siyaseti umursamadığı anlamına gelmez, onlar ülke siyasetinin kendilerini alıp aşağı çekmesine direnenler. Çünkü her gün siyaset konuşarak, iktidar veya muhalefetle yatıp kalkarak nereye varabilirsiniz; normal insanlar siyaset konuşmak için seçim gününü bekliyor.
Gelin biz de bir günlüğüne olsun, o 600 bin hevesli genç insana odaklanalım.
Hayat devam ediyor.
Çetin Altan’ın her fırsatta söylediği gibi, enseyi karartmayın.