Soğukkanlılıkla kumandaya uzandı ve...
Making a Murderer (Bir Katil Yaratmak), Wild Wild Country (Vahşi Kırlar), The Trials of Gabriel Fernandez (Gabriel Fernandez’i Kim Öldürdü), The Keepers (Rahibe), Conversations with a Killer: The Ted Bundy Tapes (Bir Katilin İfadeleri: Ted Bundy), Night Stalker: The Hunt for a Serial Killer (Night Stalker: Bir Katili Yakalamak), The Serpent, Unsolved Mysteries (Çözülmemiş Gizemler), The Vanishing at the Cecil Hotel (Suç Mahalli: Cecil Otel), The Sons of Sam: A Descent Into Darkness (Sam’in Oğulları: Şeytani Tarikatın İzinde)...
Bu liste belki de bir kısmını izlediğiniz Netflix’te gerçek suçlarla ilgili belgesellerden sadece birkaçı. Üstelik benzeri dizi ve film izleme platformlarında sayısız benzeri var. Kitaplar, filmler ve hiç de azımsanmayacak dinleyicisi olan ‘gerçek suç’ temalı podcastler giderek daha popüler hale geliyor. Bazı yorumlara göre bu çıkış 2015 yılının Aralık ayında Netflix’te gösterime giren ve ilk 35 gün içinde 20 milyon kişi tarafından izlenen Making a Murderer (Bir Katil Yaratmak) ile başladı. Benzeri yapımlar aynı izlenme oranlarını yakalayınca bu ‘başarının’ tesadüf olmadığı da ortaya çıktı...
Rakamlara göre özellikle son 12 ayda bu türe olan ilgide çarpıcı bir artış var. ‘En çok izlenenler’de ilk 10’u da kimseye bırakmıyorlar. Gerçek suç belgeselleri, ürkütücü manşetlerin ardındaki hikayeleri hayata geçiren diziler tek kelimeyle patladı! Veri analiz şirketi Parrot Analytics, geçen Nisan ayında tüketicilerin hangi platformlarda en çok nelerle iletişime geçtiğini, arama motoru trafiklerini, korsan dizi indirenlerin tercihlerini takip ettiği bir araştırma sonunda belgesel türünün en hızlı büyüyen segment olduğunu belirledi. Gerçek suç ise belgesellerin alt türünde hızla büyüyor... Son bir yılda daha da hızlı artmasının nedenlerinden biri de pandemi. Karantina sürecinde pahalı prodüksiyonları, ünlü oyuncuların rol aldığı dizileri yapmak o kadar kolay değildi. Belgeseller daha kolay hazırlanıyor, üstelik izleyicisi de zaten hazır...
‘Suç’a olan merak yeni değil aslında. 20. yüzyılın başında cinayet romanlarının satış rakamları azımsanmayacak kadar yüksekti. 1980 ve 90’lı yıllarda gazete manşetlerinden ilham alan pek çok dizi televizyonlarda çok izleniyordu.
Milyonlarca kişiyi gözleri kan çanağına dönene kadar ekran başına kilitleyen bu dizi ve belgeseller çoğu kez belirli bir suç türünü içeriyor: Tuhaf, tüyler ürpertici cinayetler, seri katiller! İzleyici kitlesi arttıkça psikologlar, psikiyatristler de bu fenomenin şifrelerini çözmeye çalışıyor. Bazıları gerçek suç hikayelerinin psikolojik olarak sağlıksız olduğunu iddia ederken aynı zamanda şiddet mağdurlarının travmalarını canlandırdığını iddia ediyor.
Adrenalini artırıyor!
Gerçek suç hikayelerinden hoşlanmayanlar bu ‘tür’ün tutkunlarını suçlama eğiliminde olsa da bu sevgi izleyenleri suça eğilimli yapmıyor, yani psikologlar öyle söylüyor! Bu fenomenin ardındaki etkenlerden biri merak!
Bazı görüşler ise ilginç: İnsanlar korkunç eylemlere tanık olduğunda ödül olarak adrenalin salgılıyor. Adrenalinin bağımlılık yapıcı etkisini küçümsemeyin. Spor yaptığınızda, dağa tırmandığınızda nasıl adrenalin salgılıyorsanız, malum mevzulu dizileri izlerken de adrenalin patlaması yaşayabiliyorsunuz. Fiziksel olarak kendisini hasta edene kadar lunaparktaki hız trenlerine tekrar tekrar binerek heyecan arayan çocukları gözünüzün önüne getirin. İşte bazı uzmanlar da adrenalinin bu sinir bozucu deneyimi keyifli hale getirdiği görüşünde.!
Ekranda ‘gerçek suç’u izlemenin cazibesinin nedenlerinden biri de hepimizdeki en temel ve güçlü duygu olan korkuyu tetiklemesi. Bir cinayetle ilgili diziyi izlemek kontrollü bir ortamda korku ve dehşeti deneyimlememize izin veriyor. Uzmanların bu durumla ilgili ‘sevimli’ bir benzetmesi de var; canavar filmleri çocuklar için neyse, gerçek hayattaki katillerin hikayeleri de yetişkinler için o!
Milyonlar bu tarz dizi ve belgeselleri talep ediyor diye habire benzer içerikleri yayınlamak kimi uzmanları endişelendiriyor. Ekranda izlenen ‘şiddet’in gerçek hayattaki ‘şiddet’e hoşgörüyü artırdığı, uyku bozukluğu ve farklı psikolojik sorunları tetikleyebileceğini gösteren araştırmalar da var.
Okuduğum makalelerdeki ortak görüş şu: Her şeyin fazlası zarar. Bu dizileri takıntı yapıp dışarı çıktığınızda korkuyorsanız, günlük hayatınız olumsuz etkileniyorsa, evde kendinizi güvensiz hissediyorsanız, sokak kapısının kilitlerini tekrar kontrol ediyorsanız doz aşımında alarm zilleri çalmaya başlamış olabilir.
Gündem olanca ağırlığıyla üzerimize çökmüşken bu Cumartesi gününde benim seçimim keyifli bir komedi filmi olacak.
Film gerçek mi oluyor?
Gerçek suç hikayeleri izlenme rekorları kırarken ABD’de yapay zeka kullanarak suç girişimlerini günler öncesinden tespit etmek amacıyla çarpıcı çalışmalar yapılıyor. Minority Report (Azınlık Raporu) filmini izleyenler belki hatırlar. Filmde, dedektif John Anderton (Tom Cruise), psişik güçlere sahip kahinler ve teknoloji sayesinde cinayetler daha işlenmeden fark edip suçluları yakalıyordu.
ABD Kuzey Saha Komutanlığı (NORTHCOM) da yapay zeka, küresel sensör ağları, istihbarat raporları, radar ve bulut bilişim kaynaklarını kullanarak Küresel Bilgi Hakimiyeti Deneyleri (GIDE) olarak bilinen testler uyguluyor.
Pentagon’un deneylerdeki amacı diğer ülkelerdeki hamleleri de önceden tahmin etmek. Örneğin bir denizaltının limandan ayrılmak için hazırlık yaptığını ya da bir askeri üssün otoparkında araç sayısında dikkat çeken bir artış olduğunu düşünün. Yapay zeka artan bir aktivite belirlerse bunu sistemin veri topladığı diğer kaynaklarla birleştirip çok kısa sürede analiz edebilecek.
Bu yeni yapay zeka (AI) sistemlerinin tam olarak nasıl çalıştığı konusunda elbette çok detaylı bilgi verilmese de sonuçta yapılan çok hızlı bir sürede çok fazla veri işlemeye dayanıyor.
Dünyanın gidişatı iyi değil!
Kasırgaların hızı ve yıkıcı etkileri çok daha fazla, dünyanın her yerinde orman yangınları artıyor, neredeyse bütün buzullar eriyor, sel baskınları da malum… İklim değişikliği artık küçük bir grubun tartıştığı, bir şekilde takip edenlerin de “Amannn daha bir şey olmaz” diyeceği bir noktada değil.
9 Ağustos Pazartesi günü yayınlanacak olan Birleşmiş Milletler (BM) iklim raporu ise merakla bekleniyor ve önümüzdeki hafta bu konunun çok tartışılacağını düşünüyorum. Yaklaşan BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporu, 195 ülkenin üye olduğu IPPC üye hükümetlerinin aday gösterdiği 234 bilim insanı tarafından hazırlandı. Bilim insanları 31 Ocak 2021’e kadar yayınlanan iklim bilimiyle ilgili 14 binden fazla araştırmayı inceledi.
IPCC’nin 2013 yılında yayınladığı raporun üzerinden sekiz yıl geçti, son raporda çok sert uyarıların gelmesi bekleniyor. 2013 yılındaki rapordan bu yana sera gazı emisyonları ve küresel sıcaklık artmaya devam etti ve bilim adamlarına göre ne yazık ki bu artış geçmişten daha güçlü olacak!
Rapor, yaklaşan tehditleri görme anlamında büyük önem taşıyor. Amaç ise başta hükümetler olmak üzere herkese iklim değişikliğine karşı gerekli önlemleri sağlamak için bilgi sağlamak.
Sekiz yıl sonra tekrar yayınlanacak olan raporda bilgisayarın artan hızı ve iklim modellemeleri gelişti aynı zamanda dünyanın iklim sisteminin nasıl hızla değiştiği gözlendi.
Eğer dünya biraz daha ısınırsa neler olacak? Kuraklık, buzulların erimesi bizi nasıl etkileyecek? İşte bütün bu veriler kullanılarak 20 farklı iklim modeli çalıştırılıyor ve geleceği tahmin etmek için senaryolar hazırlanıyor. Daha önceki raporda ağırlıklı olarak sera gazı emisyonlarının gidişatına odaklanılmıştı. Şimdi ise eğitimden sağlığa erişime, fosil yakıt kullanımından tüketime çok fazla faktör gözönüne alınıyor.
İklim değişikliğini görebilmek için etrafımıza şöyle bir bakmak yeterli. Pazartesi yayınlanacak raporda da iyimser bir tablo beklemeye gerek yok.