Direnen bürokrasiden laf dinleyen bürokrasiye…
Merkez Bankası dün faiz kararını açıkladı; Para Politikaları Kurulu dördüncü kez ‘nas’ı pas geçti, politika faizinin yüzde 14’te sabit kalmasına karar verdi.
Hani “faiz konusunda nas” oradaydı! Hani, “nas oradayken sana, bana ne oluyor”du? Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bir Müslüman olarak ‘nas’lar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya” devam edecekti?
Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan “faizleri indirmeye devam” edecekti, kamuoyu Sayın Erdoğan’dan “başka bir şey” beklemeyecekti? “Faiz olayına buradan bakacaktı ve faiz konusunda adımını ona göre” atacaktı?
Hatırlıyorsunuz değil mi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 21 Aralık 2021 tarihinde İlim Yayma Vakfı’nın ödül törenindeki bu sözlerini.
21 Aralık 2021 tarihinden sonra Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu Şahap Kavcıoğlu’nun başkanlığında 4 kez toplandı (20 Ocak, 17 Şubat, 17 Mart ve 14 Nisan 2022) ve dört toplantının dördünden de “politika faizini yüzde 14’de sabit tutma” kararı çıktı.
Bu arada enflasyon oranı TÜİK’in altın makas düzeltmeli verisine göre yüzde 62.
Ülke enflasyonun altında eziliyor, nefes alamıyor.
Hadi soralım: Enflasyonu bu kadar vahim seviye getiren sebep ne?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “faiz sebep enflasyon sonuç” tezine göre enflasyonun yüzde 62’ye fırlamasının nedeni politika faizinin yüksek olması.
O zaman Merkez Bankası -ki nihayet Cumhurbaşkanı Erdoğan “faiz sebep enflasyon sonuç” teorisine inanan, kendisi gibi düşünen, lafını dinleyen Merkez Bankası başkanıyla çalışıyor- neden faiz indirimine gitmiyor? Para Politikaları Kurulu dördüncü kez faizi yüzde 14’de sabit tutma kararı veriyor?
***
Ne oluyor?
Politika faizini yüzde 14’de sabit tutma kararı Merkez Bankası’nın kendi kararı mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararı mı?
Peki bu durumda “faiz sebep, enflasyon sonuç” tezi nereye gitti? Erdoğan’ın faiz konusunda işaret ettiği orada dediği “nas”a ne oldu?
Faizin indirilmesine de faizin sabit tutulmasına da karar veren Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Çünkü artık Merkez Bankası bağımsız değil, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte artık Merkez Bankası Cumhurbaşkanı’na bağlı bir kurum haline geldi, bağımsızlığını yitirdi.
Merkez Bankası Başkanı ve Para Politikaları Kurulu’nun üyeleri Sayın Erdoğan’ın hilafına bir karar verdiklerinde, “laf dinlemediklerinde” başlarına geleceği biliyorlar.
Asıl mesele bu.
İktidarın yanlışlarına itiraz edecek bir devlet kurumu kalmadı. İktidarın popülist politikalarına, önerilerine, projelerine itiraz edecek bürokratik kurumlar artık hafızalarda sadece.
***
Size şimdi Taha Akyol’un yeni yayınlanan “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası A.Ş: ‘Laf Dinlemedi’ Merkez Bankası Nereden Nereye?” kitabından bir alıntı yapacağım. (Doğan Kitap)
Çok önemli buluyorum. Çünkü Merkez Bankası’nın nereden nereye geldiğini bundan daha iyi anlatan bir örnek olamaz:
“2003 Mayısında piyasaları etkilemeyen ama gelecek için işaret değerinde düşük dozlu bir tartışma yaşandı. Başbakan Erdoğan, faizin birkaç puan inmesi gerektiğini söylemişti. O günlerde Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti bir soru üzerine, faizin arzulara göre değil, enflasyon beklentisine ve ekonomik dengelere göre belirleneceğini söyledi:
‘Bu nedenle piyasalardaki aşırı beklentiler ya da siyasetten veya çeşitli kesimlerden gelen beyanatlardan dolayı, kısa vadeli faizlerde değişiklik beklemek doğru olmaz. Bir miktar faiz indirimi olabilir, ancak bunun zamanı var. İhtiyaç olursa faiz indirimine biz karar veririz.’ (Hürriyet, 29 Mayıs 2003)
Başbakanın buna tepkisi o zamanki temkinli tavrına uygun şekilde yumuşak oldu, TOBB genel kurulunda şöyle konuştu:
‘Temennilerimizi söylediğimizde ‘Siyasi baskı ile karar alınmaz’ deniliyor. Siyasi baskı ile karar alınmaz düşüncesindeysek biz temennilerimizi söyleriz. Ama baskıyı da siz (iş dünyası) yapacaksınız. (Hürriyet, 1 Haziran 2003)
Siyasetin ihtiras fırtınaları esen kamu kurumlarının yüksek tepelerinde ne vasıfta kumu görevlileri gerekir, açıkça görülüyor. Baskıya boğun eğmeyen, sağlam duracak, modern, dünyayı bilen, uzmanlık bilgilerine ve tecrübeye sahip kamu görevlileri… Sadakat değil, liyakat.” (Sh.130-173-174)
Faizde indirime biz kararı veririz diyen Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’den, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gözünün içine bakan Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’na…
Yeni Akyol’un kitabında yazdığına göre, 2011 yılında halefine görevini devrederken “Yaranma duygusu çok kötü bir şeydir, size yanlış yaptırır. Biz önce yasalara sonra da elimizdeki verilere bağlı olarak işlerimizi yapmaya çalıştık” diyen Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’dan Şahap Kavcıoğlu’na…
Nereden nereye?
***
Merkez Bankası’nın çöküş hikayesi sadece Merkez Bankası’nın hikayesi değil, bütün kamu kurumlarının çöküşünün hikayesidir. Bütün kurumlar böyle çöktü.
Uzun yıllar DPT’de Planlama Uzmanı olarak görev yapan saygın iktisatçı Prof. Dr. Uğur Emek’i Bi’Karar Ver’ programında ağırladık. Sayın Emek “eskiden bürokrasi vardı, iktidar partilerinin her dediği olmazdı, yanlış bir iş istendiğinde direnirdik” dedi.
Direnen bürokrasi! İktidar partileri bir şey istediğinde hemen “olur” demeyen bürokratlar!
Sayın Emek “direnirdik, direndik de” deyince şaşkınlığımı gizleyemedim programda.
Direnen bürokrasiden laf dinleyen bürokrasiye: İşte bu ülkemizin geldiği yer. Bu enflasyonun yüzde 62’ye fırlamasını da, Çanakkale Köprüsü’ne ‘200 liracık” geçiş ücreti belirlenmesini de fazlasıyla açıklıyor.
Sayın Emek’in şu sözlerinin altını çizdim:
“1990’ların ikinci yarısında her iktidar bu projeleri hayata geçirmek istedi. Ancak DPT ve Hazine gibi merkezi kurumlar bunlara hep direndi.
2001 krizinden sonra devreye IMF ve Dünya Bankası girdi. Uzu süren toplantılardan sonra 29 adet görece küçük projelelerin hazine garantili olarak yapılmasına karar verildi. 2001 krizinden sonra Kemal Dervişin 15 günde 15 yasasının birisi de Elektrik Piyasası Kanunuydu. Bu Kanun ile elektrik üretim YİD’lerine garanti verilmesi yasaklandı. Elektrik piyasası kuruldu ve elektrik piyasada serbestçe alınıp satılmaya başlandı.
O yıllarda üst düzey yöneticiler kariyer mesleklerinden yetişirlerdi. Böylece bürokrasi önemli kararlara siyasi değil, teknik olarak yaklaşırdı. Bir konu teknik olarak doğru değilse direnirlerdi. Böylece kararların kalitesi de artardı.
Bu dönemde devlet memurları siyasetçi gibi davranıyorlar. Siyaseten gelen taleplere karşı direnmiyorlar. Hatta el artırıyorlar. Siyaset Kanal İstanbul projesini istedi. ÇED raporundan öğreniyoruz ki bürokratlar ‘Çanakkale Boğazına da bir kanal yapılması düşünülebilir’ diyebiliyorlar.”
Liyakat diyoruz, kurallar, kurumlar, uzmanlık diyoruz. Kamu kurumlarının kuruluş kanunları, atama yetkileri, görev süresi diyoruz… Bunları önemsizleştirip bütün yetkileri denetimsiz bir şekilde tek kişiye verince yanlışlar büyüyor, ekonomi küçülüyormuş, değil mi?
Fakirleşiyoruz…
Çok pahalı, çok ağır bir ders oldu; yoksullaştık!.. Halbuki ekonomi bilimi yazıyordu bunları!