Yunus’un vatanından Namık Kemal’in vatanına…

Yunus’un, daha doğrusu sufî şiirin, varlığı ve dünyayı idraki ile modern şairin varlığa ve dünyaya bakışı farklı. Bunda elbette tarihî, siyasî ve sosyal şartların rolü büyük.

Her şeyden önce milletleşme ve devletleşme süreci ulus’u (bir kavmi ve bir dili) merkeze alarak inşa edilince modern insan kendini, milletini, devletini ve coğrafyasını/ vatanını; dolayısıyla kimliğini, mensup olduğu ulus’a göre tanımlamaya başladı. Bunun için sadece millet, devlet ve vatan kavramlarının tarihî süreçte uğradığı değişimlere bakmak yeter!.. Osmanlı Devleti’nde millet, devlet ve vatanın adı -tanımı da- çok uluslu, çok dilli ve çok dilli bir yapıya uygunken, Türkiye Cumhuriyeti’nde tek ulus’a odaklı bir tanım ve adlandırma yapılmış; dolayısıyla kimlik de millet, devlet ve coğrafyayla kurulan bu bağa göre revize edilmiştir…

Bu yazımda Yunus’un şiirlerindeki vatan kavramı üzerinde duracak, sufî idrakin bu kavrama nasıl bir anlam yüklediğine dikkat çekeceğim. Tabii bu aynı zamanda Yunus’un ve sufî şiirin dünya/ coğrafya karşısında kendini nasıl ve nerede konumlandırdığını; hatta kimlik tanımında ölçütünün ne olduğunu görmemizi de sağlayacak. Kanaatimce insan kendini neye, nereye mensup görüyorsa, kimlik tanımı da buna göre değişiyor. Bu itibarla mensup olunan özne/değer önemli! Nitekim İsmet Özel “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” adlı şiirinde; “İnsanlar/ hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” der. Öyledir!..

O hâlde soralım: Yunus, hangi dünyaya kulak kesiliyor?.. Onun vatanı neresi, kendini nereye ait hissediyor?..

Vatan kavramı Yunus’un bazı şiirlerinde geçer; hatta şair bazen il kelimesini vatan’la eş anlamda kullanır. Meselâ bazı beyitlerde der ki;

“Bu dünyaya gelen kişi âhir yine gitse gerek

Misâfirdir vatanına bir gün sefer itse gerek”

“Yürür idim anda pinhân Hak buyrugu vermez amân

Vatanımdan ayırdılar bu dünyaya düşdü gönül”

Bu beyitlerden anlaşıldığına göre Yunus’un vatanı bu dünyada değildir. Şair, bu dünyaya doğan insanı gurbete düşen bir varlık, bir misafir olarak görüyor. Peki bu kişi, bu dünyaya nereden gelmiş, nereden düşmüştür? Sonunda gideceği, “bir gün sefer” edeceği yer neresidir? Belli ki Yunus, insanın ayrıldığı, ama sonunda döneceği yeri asıl vatan olarak görüyor. Bu soruların cevabını şairin başka mısralarında buluyoruz. Diyor ki;

“Ey yârânlar ey kardaşlar sorun bana kandayıdım

Dinlerseniz eydiverem ezelî vatandayıdım”

“Çün dosta gider yolum mülk-i ezeldir ilim

Hak’dan söyler bu dilim ne kul ne sultân bana”

“Ezel benim ilimdir Elest benim yolumdur

Ezel ile Elest’i ben bunda göre geldim”

Bu beyitlerden açıkça anlaşılıyor ki Yunus’un vatanı ya da ili, Elest meclisi, ruhlar âlemidir. Sufî şair, vatanı fizikî değil metafizik bir mekân olarak idrak ediyor. Dikkat buyurulmalı, orası insanın doğduğu değil yaratıldığı yerdir. Çünkü modern idrâk kendini doğduğu yere, sufî idrak ise yaratıldığı yere mensup görmektedir. Yunus’un vatan anlayışı, modern şairin idrakindeki gibi ulus ve devlete değil, Yaratan’a bitişik…

Ama modernleşme süreciyle beraber vatan kavramı, özellikle Namık Kemal’in şiirlerinden itibaren millete ve devlete -başlangıçta Osmanlı vatanı, Osmanlı Devleti ve Osmanlı milleti şeklinde- bitişik bir anlam kazanır. Çünkü ölçütler değişmekte, vatanı tanımlamada mensubiyet ölçütü giderek ulus ve devlet olmakta, ontolojik ölçüt veya kimlik, yerini beşerî ve millî olana bırakmaktadır… İnsan, kendini neye, nereye ait hissediyorsa odur.

Sonra şu soruya cevap arayalım: Namık Kemal, hangi dünyaya kulak kesiliyor?..

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum