Ressam ve heykeltıraş Hanefi Yeter, 50 yıllık sanat yaşamını ‘Evvel’ isimli retrospektif sergisiyle kutluyor. Geçmişten günümüze tablolarından heykellerine kadar birçok eserini sanatseverlerle buluşturan Yeter “Türkiye’de çok sayıda yetenekli sanatçı var. Her branşta Avrupa ile boy ölçüşecek isimlerimiz bulunuyor. Ama olanaklar kısıtlı olduğu için boy atamıyor” diyor.
ERKUT TEZERDİ / İSTANBUL
Sanat hayatında 50’nci yılını deviren ressam Hanefi Yeter’in geçmişten bugüne dek çalışmalarının yer aldığı ‘Evvel’ adındaki retrospektif sergisi açıldı. İş Sanat Kibele Galerisi’nde görülebilecek sergideki eserler arasında neler yok ki? 60’lı yıllarda yaptığı çalışmalar, 80’lerde Berlin’de tamamladığı Manav Dükkanı, Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünü anlatan tablo, yakın dönemde tamamlanan heykeller, zengin motifler, seramikler, desenler... Sanat eğitimine 1960’larda İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesinde başlayan Yeter, uzunca dönem de Eyüboğlu’nun evinde kaldı. “Ben Eyüboğlu’nun talebesiydim evet ama ayrıca özel işlerinde de çalışıyordum, sanatım o dönemde çok beslendi” diyen Yeter, yurtdışına gitti, 30 sene Berlin’de kaldı, 2000 yılında Almanya’dan Türkiye’ye döndü. Bugüne dek 90’ın üzerinden kişisel sergi açan Yeter’in sergisi 16 Aralık’a kadar İş Sanat Kibele Galerisi’nde ziyarete açık. Yeter’le sanat yaşamını konuştuk.
* Sanat hayatınızda 50 yılı geride bıraktınız ve sayısı 90’dan fazla kişisel sergi açtınız. Rakamlar dile kolay ama nasıl geçti bu uzun yolculuk?
Uzun bir yolculuk evet ama geriye dönüp baktığımda aslında kısa bir yolculuk olduğunu anladım. Ancak çok keyifli… Sevdiğim bir işi yapıyorum. 70 yaşına geldim, bu işten hiç bıkmadım. Bir insan sevdiği işi yaparsa üretimi de iyi oluyor. Bu nedenle bu yolculuk benim için çok kısaydı.
* İlk çalışmalarınız ile şimdiki eserlerinizi karşılaştırdığınızda nasıl bir sonuç ortaya çıkıyor?
Öncelikle temaların değiştiğini söyleyebilirim. İlk zamanlar yaptığım resimlerde İstanbul’la ilgili temalar vardı; 60’lı yıllardı. İstanbul Boğaz’ı vardı; sokaklar, caddeler yer alıyordu. Yaşadığım semtte yoğurtçular, hamallar, sütçüler, seyyar satıcılar geçerdi... Eskiden resimlerde bunlar vardı, şimdi yok. Eskiden Galata Köprüsü’nü çizerdim, şimdi bu da yok. Geçmişteki atmosfer ayrıydı, şimdi bambaşka. Ayrıca zaman içinde teknik de değişti; kompozisyon, desen farklılaştı. Teknik olarak malzemeler de değişti. Son dönemde heykel yapmaya başladım. Türkiye’de 13 alışveriş merkezine iki ile yedi metre boyutlarında dev boyutlu heykel yaptım. Kullanılan malzemeler arasında da alüminyum öne çıkıyor. Eskiden böyle çalışmalarım yoktu.
* Peki, bu sergide neler öne çıkıyor?
Bu sergide geçmişten de eserler var, günümüzden de… 80’lerden 90’lara, 2000’lerden bugüne kadar farklı örnekler bulunuyor. Benim için öne çıkanlar yok aslında ama 80’li yıllardaki terör olaylarını ve Almanya’ya işçi göçünü anlattığım eserler bu sergide yer alıyor. Örneğin ‘Manav Dükkanı’ isimli çalışmamı Berlin’deyken yapmıştım, o da bu sergide.
* Eserlerinizde bolca doğa ve insan var. Bunlar sizin için neden önemli? Neden başka temalar değil?
Çocukluğum Bayburt’ta geçti. Doğayla iç içeydim. Çocukken çok fazla hikâye dinledim. Herkes anlatırdı; aşkları, serüvenleri dinlerdim. Böyle olunca yaşamın içine giriyorsunuz, büyüyorsunuz. Hayal gücünüz de bu doğrultuda gelişiyor. Ben hayatım boyunca hep çalıştım, dolayısıyla insan ilişkilerim hep iyiydi. Sosyal sorunlar, acılar, sevinçler bunları dinledim, gördüm, haliyle bunlar hep sanatımda yer aldı.
* Uzun yıllar Berlin’de kaldınız. Eğitim aldınız, birçok sanat atölyesine katıldınız. Bu size neler kazandırdı?
Berlin’de 30 sene yaşadım. Şöyle bir tespit yapabilirim: Bir kere yurt dışında olanaklar çok fazlaydı ve hâlâ öyle. Atölyeleri 60’larda bile çok rahattı. Daha geniş alanlarda çalışıyorduk -ki mekân çok önemlidir- ve zaman sınırlaması yoktu. Ama yurt dışındaki en büyük farklılık müzeler ve galerilerdi bence. Ufkumu açıyordu bunlar. Sevinç veriyordu. Sanat böyle beslenir. Görmeniz gerek.
* İki ülkenin sanata olan yönelişini kıyaslar mısınız?
Bir kere bizim, memleket olarak kültür politikamız yok. Bizim sanata ve sanatçıya verdiğimiz değerle yurt dışında verilen değer çok farklılık gösteriyor. Mesela Almanya’da 7 bin müze var, Türkiye’de toplam müze sayısı 400 civarında. Ayrıca İstanbul’da bir resim heykel müzesi vardı o da kapandı. Bir tane de Ankara’da var. Üçüncüyü, dördüncüyü sayamıyorsunuz. Almanya’da yıl içinde müzelere giden insan sayısı 112 milyon. Çok ciddi bir rakam. Almanya’da müzelerde açılan fotoğraf sergisi 3 binin üzerinde. Yani rakamları karşılaştırmak söz konusu bile değil. Bizim de üzerinde durmamız gerekiyor. Olanaklar kısıtlı olursa sanatçı boy atamaz, kendini var etmesi de zorlaşır. Türkiye’de çok sayıda yetenekli sanatçı var. Her branşta Avrupa’yla boy ölçüşecek isimlerimiz bulunuyor. Her şeyi üretiyorlar. Ama olanaklar kısıtlı. Sergimi açtığım bu mekân Türkiye’de kaç yerde var? İki, üç tane.
RESMİMDE EYÜBOĞLU BELİRLEYİCİ OLDU
* Usta sanatçı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesinde eğitim aldınız. Bu size neler kazandırdı?
Çok şey kazandırdı. Ben Eyüboğlu’nun talebesiydim evet ama ayrıca özel işlerinde de çalışıyordum. Uzunca dönem evinde kaldım. Sanatım o dönemde çok beslendi. O evde kalırken neler var, neler yok, sanatta ne gibi yenilikler yaşandığını öğreniyordum. Dolayısıyla sanatımda belirleyici oldu. Eyüboğlu çok yönlü bir sanatçıydı. Haliyle bu da yansıdı bana.
* Kulaklarınızda yer edinen bir öğüdü var mı?
Hocada gördüğüm çalışkanlık bana da işledi. Her sabah 06.00’da kalkar, çalışmaya başlardı; heykel yapardı, resim yapardı, okurdu, yazardı… Ben de öyle yapıyorum. Bugüne kadar resimden başka da bir iş yapmadım. Bu işin önemli kuralı çalışmaktır.