Yazar Sarah Bakewell KARAR'a konuştu: Din ve hümanizm hiç de uyumsuz değil

Yazar Sarah Bakewell KARAR'a konuştu: Din ve hümanizm hiç de uyumsuz değil

Hümanist düşüncenin 700 yıllık tarihine odaklanan 'Hümanistler' kitabı Domingo Yayınları tarafından Türkçeye aktarılan İngiliz yazar Sarah Bakewell KARAR'a konuştu: “Dini inançla hümanizmin hiç de uyumsuz olduğunu düşünmüyorum. Kesinlikle hem bir hümanist olabilir hem de dini duygulara-inançlara sahip olabilirsiniz veya dinle birlikte gelen kültürel zenginliğe bir sevgi besleyebilirsiniz. Tüm hümanistlerin dine bu kadar olumlu bakmadığını biliyorum, ama ben onlardan değilim.”

ÖMER FARUK | [email protected]

Sarah Bakewell’le birkaç sene önce, Montaigne’e meraklı Türk okurlar gibi, ona dair yazdığı o meşhur kitapla tanışmıştım. 'Nasıl Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne’in Hayatı' zekice tasarlanmış deneysel bir biyografiydi. Yazar 20 soruda Montaigne’nin 'başyapıtı' sayılan yazıya adanmış/yazının konusu olmuş hayatını inceliyor, okurun kendisini Montaigne’de görmesini sağlıyordu. Bir çırpıda bitirdiğim Montaigne biyografisini 'Varoluşçular Kahvesi' takip etti. Bu kez Sarah Bakewell okuru elinden tutup Paris’e götürüyor, varoluşçuların doluştuğu bir kafeden içeriye sokuyordu.

Bugün 61 yaşında olan, Londra’da yaşayan, City Üniversitesi’nde ve Oxford’da 'yaratıcı yazarlık' dersleri veren yazar, renkli ve hareketli bir yaşama sahip: maceraperest bir baba. Kitaplara tutkun bir anne. Ufak bir karavanın içinde, yollarda geçen çocukluk… Rusya, Hindistan, Güney Asya ve Avustralya. Londra’ya dönüş. Essex Üniversitesi’nde Felsefe. Martin Heidegger üzerine yarım bırakılmış doktora. Bir çay poşetleme fabrikasında işçilik. Kitapçılarda tezgahtarlık, kütüphanelerde küratörlük. Ve nihayet yazı. Hep yazı.

'Nasıl Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne’in Hayatı 2010 yılında yayınlandı ve aynı sene Amerika’da verilen 'Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülünü' kazandı. 2016 yılında yayınlanan 'Varoluşçular Kahvesi' bu kez New York Times tarafından 'Yılın Kitabı' seçildi. Son kitabı 'Hümanistler' ise yine Domingo Yayınları etiketiyle Türkiye’deki raflarda yerini alalı birkaç ay oluyor. Bakewell çok başarılı bir hikâye anlatıcısı. Montaigne’e, Varoluşçulara ve Hümanistlere dair onlarca küçük anekdotu, bilgiyi ve detayı, kendi deyimiyle 'kurmacanın imkânlarını' kullanarak kurgu dışı metinlere taşıyıp anlatıyor, birbirine bağlıyor. Onu okurken insan, hep yazsın, hep anlatsın istiyor. Sarah kişisel internet sitesine gönderdiğim röportaj talebime hızlıca döndü ve kendisiyle e-posta üzerinden yazarlık yaşamına, hümanizme ve son kitabına dair keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

* * *

İlk kitabınız, The Smart, 2001 yılında yayımlanmış. 38 yaşındaymışsınız, tıpkı Montaigne gibi... Yazmaya geç mi başladınız? Yazar olmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz?

Çocukken kitapları çok severdim. Yaklaşık on yaşından itibaren yazar olmak istiyor, ama her zaman kurgusal metinler yazacağımı varsayıyordum. Aslında kurmacada o kadar da iyi değildim; yoktan bir şeyler icat etmek bana doğal gelmiyordu! Merakımdan yola çıkarak gerçekleri araştırmayı, dünyayı keşfetmeyi tercih ediyordum. Bu nedenle yazarlık kariyerim ancak kurgu tekniklerini kullanarak kurgu dışı da yazabileceğimi keşfettiğimde başladı, diyebilirim.

Sizi etkileyen yazarlar kimler? Örneğin, kitaplarınızı okuduğumda Zweig aklıma geliyor. O da çok iyi bir biyografi yazarıydı.

Zweig’i çok seviyorum, ama yazdığı biyografilerde bazan kendi düşüncelerine ve duygularına fazla kapıldığını düşünüyorum. Hayran olduğu insanlar (Montaigne, Erasmus vb.) hakkında, aslında kendisi hakkında yazıyormuşçasına yazdı. Ben de hayran olduğum insanlar hakkında yazıyorum, ama biraz daha objektif olmaya ve kanıtlara dayanarak çalışmaya çalışıyorum. Ayrıca, bazan pek de hayran olmadığım insanlar hakkında da yazıyorum ki bu da ilginç bir deneyim doğrusu! Zweig’i biyografi yazarından çok, ilgilendiği konular hakkında Montaignevari bir ruhla kişisel denemeler yazan bir denemeci olarak seviyorum.

Sanırım biyografileri seviyorsunuz. Kitaplarınızda başkalarının yaşamlarını tartışıyorsunuz. Başkalarının hayatlarını okumalı mıyız?

Benim için mesele “ne yapmam gerektiği” değil, ne yapmaktan keyif aldığımdır. İnsanların hayatlarını okumayı seviyorum, dolayısıyla onlar hakkında yazmayı da seviyorum. Yazarların hayatlarını yazmak özellikle güzel çünkü onlar da kendileri hakkında çok şey yazmaya eğilimlidirler; başlarından geçenlere dair edindikleri bakış açılarına siz de kendi bakış açınızı eklersiniz. Biyografiler aynı zamanda kendi hayatlarımız ve seçimlerimiz hakkında daha fazla düşünmemize de yardımcı olur; insan hayatında olanların çoğu, daha önce birçok kez başkalarının başına gelmiştir. Başkalarının “hayat denen bu tuhaf işten” ne çıkardığını görmek hoşuma gidiyor.

Montaigne kulede çalıştı, Sartre kafelerde. Siz nasıl yazıyorsunuz? Ritüelleriniz neler? Kahve, yürüyüş, meditasyon… Gündüz mü yoksa gece mi yazmayı tercih ediyorsunuz? Kalem mi yoksa bilgisayar mı kullanıyorsunuz?

Kafelerde ve kütüphanelerde çalışmayı seviyorum. Evde bulunmadığımda daha iyi konsantre olabiliyorum çünkü dışarıda dikkat dağıtıcı daha az şey var. Eğer gerçekten zor bir bölümle boğuşuyorsam, bazan ev işlerini yapmak yazmaktan daha eğlenceli hale gelebiliyor! Belki Montaigne gibi bir kulem olsaydı oraya yazardım ama nedense henüz inşa etmeyi başaramadım!

Kamu kütüphanelerinde araştırma yapıyorsunuz. Kişisel kütüphanenizde ne kadar kitap var?

Saymadım ama birkaç bin olmalı. Adıma gönderilen kitaplar, incelemem için biriken kopyalar ve satın aldıklarım… Daha önce adını bile duymadığım ilginç eski kitaplar için sahaflarda dolaşmayı da seviyorum. Yani bir şekilde birikiyorlar. Bazan onları ayıklıyorum. Ne kadar çok kitabım olursa olsun, genellikle gerçekten istediğim bir kitabın henüz bende olmayan bir kitap olduğunu fark ediyorum; işte burada kütüphane devreye giriyor. Kütüphaneleri seviyorum.

'MONTAIGNE VE SARTRE İNSAN OLMANIN NE DEMEK OLDUĞU İLE İLGİLENİYORDU'

Son üç kitabınızda ortak bir tema var. Montaigne, ilk hümanistlerden biri olarak kabul ediliyor. Sartre ve varoluşçular, varoluşçuluğu bir hümanizm olarak tanımlıyor. Ve Hümanizm. Bu bilinçli bir seçim miydi yoksa bu kitaplar birbirinden mi doğdu?

Başlangıçta bilinçli bir bağlantı yoktu. Montaigne’den varoluşçulara geçmek mantıklıydı çünkü hepsi yaşanmış deneyimlerle, insan olmanın ne demek olduğu ile ilgileniyordu. Ancak daha sonra, farklı türlerde hümanizm türlerinin de ortak noktaları olduğunu fark ettim ve hümanizm hakkında daha genel bir şey yazmanın iyi olacağını düşündüm. Ayrıca, kendimin de bir hümanist olduğunu fark ettim.

Müslüman mistikler (Yunus Emre ve Mevlâna) dini hümanistler olarak bilinir. Yunus Emre’nin meşhur bir sözü vardır: “Yaratan için yaratılmışı sevin!” Din, tanrı sevgisi ve hümanizm uyumlu mu? Bu ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dini inançla hümanizmin hiç de uyumsuz olduğunu düşünmüyorum. Kesinlikle hem bir hümanist olabilir hem de dini duygulara-inançlara sahip olabilirsiniz veya dinle birlikte gelen kültürel zenginliğe bir sevgi besleyebilirsiniz. Tüm hümanistlerin dine bu kadar olumlu bakmadığını biliyorum, ama ben onlardan değilim. Uyumsuzluğun, bazı dindar insanların, diğerlerinin hayatlarını kendi ahlaki seçimleriyle dolu dolu yaşamasını ya da sadece kendileri olmalarını engellemeye çalıştıklarında yani dini kurumların otoriter hale geldiği yerlerde belirdiğini görüyorum. Bu hoşgörüsüzlük sorunun kaynağıdır, dini inancın kendisi değil.

Bir röportajda şöyle söylediniz: “Evrene dair daha fazla bilgi edinme arzusu, beni dini geleneklerden daha çok besliyor.” Bilim, evreni anlama fırsatını sınırlı bir şekilde sunuyor. Ama mitoloji ve din hayal gücümüzü besliyor. Dini anlatıyı hayatımızdan çıkarmak bizi yalnız bırakmaz mı? Bu, bizi nihilist yapmaz mı?

Sondan başlayalım; kesinlikle hayır! Kişisel olarak, yaşamda anlam bulmak veya topluluğun bir parçası olmak için Tanrı’ya veya ölüm sonrasına inanmaya ihtiyaç duymuyorum. Benim için ahlak duygusu ve diğer insanlarla olan bağım, dünyadaki zengin yaşam ağıyla (insanlarla, hayvanlarla, doğal çevreyle) olan bağım bana daha önemli geliyor. Hepimiz birbirimize derinden bağlıyız. Bu, derin bir etik bağlılığın yanı sıra anlam duygusu, hatta bir tür maneviyat da getiriyor; en azından benim için. Din ve mitoloji hayal gücümüzü besliyor, evet ancak benim görüşüme göre, bunlar aynı zamanda hayal gücümüzün ürünleri! Bu durumda övünülecek çok şey var: insanların hayatı anlamaya dair öyle bir merakları ve arzuları var ki, öyle yaratıcılar ki bu anlama çabası sonucunda inancı ve mitolojiyi yaratmışlar. Bunu yapmış olmamız bizim için övünülecek bir şeydir. Ancak, benim hayatı anlamlandırma arzum, bilim ve gözlemin bize sunduklarıyla daha iyi tatmin oluyor. Bilgimiz çok küçük ve sınırlı: her şeyi anlayamayız ve bilim tüm cevaplara sahip olduğunu iddia etmez. Bir sorunun cevabını bulduğumuz her seferinde, daha fazla soru ortaya çıkıyor çünkü oradaki devasa evren hakkında keşfedilecek çok şey var. (Ve evet, evren gerçekten aklımızın alabileceğinden çok daha geniş.) Ben bunu, herhangi bir dinin sunabileceğinin çok ötesinde, canlandırıcı ve heyecan verici buluyorum: dini imgeler ve metinler, evrenin gerçek ihtişamıyla karşılaştırıldığında oldukça küçük geliyor. Benim için durum böyle; başkası adına konuşamam.

'UMUTSUZLUĞUN BİZE FAYDASI OLMAYACAK'

Son yıllarda yükselen milliyetçilik, savaş ve terörizm… Hümanizm tehlikede mi? Yeni bir varoluşçuluğa ve yeni bir hümanizme ihtiyacımız var mı?

Evet, hümanizmin tehlikede olduğunu, daha da önemlisi birçok insanın ve hepimizin bağımlı olduğu doğal çevrenin de tehlikede olduğunu düşünüyorum. Ortak sorunlarımıza çözüm bulmak için uluslararası iş birliğine ve barışa her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde milliyetçiliğin yükselişi beni derinden endişelendiriyor. 'Yeni' bir hümanizmin ya da varoluşçuluğun bu konuda yardımcı olabileceğini bilmiyorum ama hâlihazırda sahip olduğumuz hümanist değerleri kendimize hatırlatmamız ve onları genişletmeye ve savunmaya devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. İyimser olmak için zor bir dönem ama öyle olmalıyız çünkü insanoğlu olarak kendimize olan umudumuzu kaybetmeyi göze alamayız. Umutsuzluğun bize faydası olmayacak.

'İNSANLIĞA KARŞI BİRÇOK SUÇ İŞLENMEYE DEVAM EDİYOR'

Batılı ülkelerin hümanizmi doğru bir şekilde temsil ettiğini düşünüyor musunuz? Afrika ve Orta Doğu’da Batılılar tarafından birçok insanlık suçu işlenmişti. Burada bir tutarsızlık olduğunu düşünüyor musunuz?

Tarihte yapılmış yanlışları göz ardı etmeyen ve tüm insanların refahını, kültürünü ve gelişimini destekleyen uluslararası bir hümanizme çok güçlü bir şekilde inanıyorum. Kesinlikle: insanlığa karşı birçok suç işlendi ve işlenmeye de devam ediyor. Bir hümanistin görevi buna karşı çıkmaktır. Geçmişte pek çok hümanist 'fazlasıyla insancıl' olmuş ve kendi kültürel bakış açılarının sınırlarını görememişti. Ancak bu dediğim yalnızca hümanistler için geçerli değil; pek çok dini figür de dahil olmak üzere hemen hemen herkes için geçerli bir kusur. Beni cesaretlendiren şey, modern hümanist hareketin, inançları uğruna birçok zulüm ve tehlikeyi göze alan bazı hümanistler de dahil olmak üzere, dünyanın her yerindeki üyeleriyle eskisinden çok daha uluslararası hale gelmesidir. Başlangıçta olduğundan çok daha küresel ve hümanistler şimdi her yerde.

Şu anda ne yazıyorsunuz?

Bir tür 'yaratıcı mola' verdim, yazıda yeni bir yön üzerine düşünme şansım oldu. Henüz kesinleşmiş bir şey yok ama içinde bulunduğum bu sürecin tadını çıkarıyorum ve umarım sonunda iyi bir şeyler ortaya çıkar!

City Üniversitesi’nde ve Oxford’da 'yaratıcı yazarlık' dersleri veriyorsunuz. Ben de şu sıralar bir Türk yazar hakkında bir biyografi kitabı yazıyorum. Kitaplarınızı zevkle ve tutkuyla okuyan, kendi kitabını da onlara benzetmek isteyen okurunuza/bana neler önerirsiniz? Bu soruyu 'yazmaya hevesli' bütün yazar adayları için de sormuş olayım.

Müthiş! Biyografi yazmak uzun ve yorucu bir süreç olabilir ama benim asıl tavsiyem bazan geri adım atmak ve keşif yolculuğunun tadını çıkarmak olacaktır. Başka bir kişiye neyin ilham verdiğini, onu neyin harekete geçirdiğini ve 'o kişi olmanın' nasıl bir his olabileceğini çözmek… Bu büyüleyici bir ödev. Yine de mektuplardan, röportajlardan, kitaplardan ve bir sürü karmaşık kaynaktan her şeyin bir araya getirilmesi gerekiyor. Bu zor bir iş ama eğer kendi büyülenme ve keşfetme duygunuzu kitaba aktarabilirseniz, okuyucu da bunu hissedecektir. En azından ben her zaman bunu umuyorum.

'MONTAIGNE'İN PEK ÇOK TUTKULU TÜRK OKURU OLDUĞUNU FARK ETTİM'

Son olarak, Türk okurlarınıza bir mesajınız var mı?

Bu kadar çok Türk okuyucuya sahip olduğum için çok ama çok mutluyum; sadece eserlerimin değil, aynı zamanda Montaigne’in pek çok tutkulu Türk okurunun da olduğunu fark ettim! Montaigne kitabım çıktığından beri Türkiye’den, heyecan ve bilgi dolu çok sayıda mesaj alıyorum. Bu harika bir duygu ve ülkeyle güçlü bir bağ kurmamı sağladı. Çok teşekkür ediyorum kendilerine!

Ben de cevaplarınız için çok teşekkür ederim. Sizi daha fazla okumak dileğiyle...

1kapak.jpgBugün 61 yaşında olan, Londra’da yaşayan, City Üniversitesi’nde ve Oxford’da 'yaratıcı yazarlık' dersleri veren Sarah Bakewell, renkli ve hareketli bir yaşama sahip: Maceraperest bir baba. Kitaplara tutkun bir anne. Ufak bir karavanın içinde, yollarda geçen çocukluk… Rusya, Hindistan, Güney Asya ve Avustralya. Londra’ya dönüş. Essex Üniversitesi’nde Felsefe. Martin Heidegger üzerine yarım bırakılmış doktora. Bir çay poşetleme fabrikasında işçilik. Kitapçılarda tezgahtarlık, kütüphanelerde küratörlük. Ve nihayet yazı. Hep yazı.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN