Taner Ay’ın Tanbûrî Cemil Bey hakkında kısa ama özlü romanı ‘Vaktinden Evvel Bir Zemherir’ Ötüken Neşriyat’tan çıktı. Romanın son bölümünün konusu Balkan Harbi, açlık ve sefalet. İttihatçı, İtilafçı çatışmaları nedeniyle kurşun atmadan düşmana teslim edilen Selanik... İstanbul’da terk edilen mütedeyyin mahalleler. Harpte yetimleriyle dul kalan kadınların açlıktan fuhuşa yönelmeleri, şehrin ranta açılan toprakları, çıkarcılar, harp zenginleri. Günümüzle ne kadar çok benzerlik var...
BESİM DALGIÇ
Selahattin Hilav, Attila Tokatlı, belki Mustafa Irgat, belki de Sina Kabaağaçlı ile Beyoğlu, Küçük Parmak Kapı’daki bir salaş meyhaneden çıkıp, geç vakit Asmalı Mescit’te Refik’e geliyoruz. Refik Arslan tezgahta, taburede Polis Haydar. Oturduğumuz masaya garson Yorgo biraz meze ile Kulüp Rakısı’nı getiriyor... Hilav’la, Tokatlı türküler hakkında konuşuyorlar. İkisine göre de türkülerle devrimciliğin yan yana gelmesi boş bir kavram. Kaptırmışlar. Türküleri, ağıtları ortaya çıkaran toplumsal olgunun erotizmle, eşkiyalık olduğu konusunda hem fikirler. Konuşmayı örneklerle beziyorlar. Sonra konu Alaturka’ya, Tanbûrî Cemil’le oğlu Mes’ûd Cemil’e geliyor. Tanburda hangisi daha yetkin, ya da Tanbûrî Cemil’in kuramsalcılığı, oğlu Mes’ûd’un icracılığı, ya da her ikisi de bir anlamda birbirlerini tamamlayan kişiler olduğu... Keyifli bir temaşa... Hilav’ın Divan Edebiyatı’na yakınlığı nedeniyle Alaturka’ya ilgisi, bilgisi şaşırtıcı değil elbet. Şaşırtıcı olan Tokatlı’nın Hilav’dan hiç de geri kalmaması. Hangi yıl derseniz, 1983. Taner Ay’la tanışmamıza daha altı ay var.
Taner Ay
‘84 Nisan ayı. Hem zorunlusun, hem sakıncalı... Taner’le sekiz ay sürecek koğuş arkadaşlığımız başlıyor... Yaşımız geçmiş. Sakıncalı olunca kimse dokunmuyor. Boş zaman çok. Bir araya geldikçe Divan Edebiyatı’ndan, Alaturka’dan konuşuyoruz. Şeyh Galip, Nedim, Enderunlu Vasıf, Yahya Kemal... ‘Rindlerin Ölümü’ ya da ‘Vücûd İkliminin Sultanısın Sen’i mırıldanıyoruz. Hilmi Yavuz’un ‘Doğu Şiirleri’ yanımızda. Henrich Böll kitapları, Taner’in romanları, denemeleri... Hepsi yasak... Şair arkadaşımız Timuçin Özyürekli de bizimle. Alaturka’nın en iyi son temsilcilerinin Rauf Yekta Bey, Tanbûrî Cemil Bey ile oğlu Mes’ûd Cemil olduğu konusunda anlaşıyoruz. O sırada Hilav’la, Tokatlı’yla yaşanan geceyi Taner’le paylaştım mı? Hatırlamıyorum.
Yıl 2018. Çoktandır Taner’le konuşmamıştım. Arıyorum. Üç roman yazdığını, bastıracak bir yayınevi bulamadığını söylüyor. Yazdıklarını gönder diyorum. Okuyorum. Etkileyici bir anlatımla karşılaşıyorum. Gereksiz bir şey yok. Akıcı, her şey yerli yerinde. Hemen filmini çek... Yirminci yüzyıl başlarındaki İstanbul diliyle yazmış. Ayrıca her semte göre farklılıklar gösteren İstanbul’a özgü argoyu metinler içine serpiştirmiş. Bu konuda da çok başarılı. Pandemiye daha iki sene var. Romanların ilki ‘Yaralı Gönül’. 2023’te 1984 Yayınevi’nden çıktı. Dağıtımı sorunlu, okurla yeteri kadar buluşamaması şanssızlık. İkincisi ‘Vaktinden Evvel Bir Zemherir’. Üçüncü roman ise beklemede. Yıl 2024, Mart ayı. ‘Vaktinden Evvel Bir Zemherir’i Ötüken Neşriyat bastı. Yıllar sonra tekrar karşılaştığım Tanbûrî Cemil Bey hakkında kısa ama özlü bir roman...
BİRBİRİYLE İLİNTİLİ ÜÇ BÖLÜM
Roman ‘Vaktinden Evvel Bir Zemherir’, ‘Gecikmiş Bir Fervendînde’, ‘Hecîr Vaktinde Üşümek’ birbirleriyle ilintili üç bölüm olarak tasarlanmış. İlk bölümde, Tanbûrî tam bir rindaneyken, saraylı Saîde’yle evlenip, bedbaht olmuş biridir. Cemil Bey bu ortamdan uzaklaşır. Tanburuyla, kedileriyle bahçedeki küçük bir müştemilatta hayatını sürdürmeyi seçer. Besteleriyle, icralarıyla tanınan, toplumun her kesiminde aranan, ünlü biri olur. Hatta Alafranga’ya daha yakın Sultan Abdülhamit bile sarayına davet eder. Ona uzak duran, onu anlamayan ama ona gösterilen ilgiyi kıskanan sadece zevcesi Saîde’dir. Gerçekte gönlü harpte yitirdiği bir zabitte olan Saîde oğlu Mes’ûd’u babası Tanbûrî’den bile uzaklaştırmıştır.
‘Gecikmiş Bir Fervendînde’de ise söz konusu Sinekli Bakkal Sokağı adeta bir ‘Orta Oyunu’ veya bir ‘Tulûat’ veya bir ‘Hâyali Perdesi’ gibidir.
‘Hecîr Vaktinde Üşümek’te ise, Balkan Harbi, muhacirler, kolera salgını, açlık, sefalet, verem, toplumsal değişme, beklenen dünya savaşı... İttihatçı, İtilafçı çatışmaları nedeniyle bir kurşun atmadan düşmana teslim edilen Selanik... Tabii İstanbul’da bozulan, terk edilen mütedeyyin mahalleler. Harpte kocalarını yitiren, yetimleriyle dul kalan kadınların açlıktan, çaresizlikten mahalle aralarında bile fuhuşa yönelmeleri, şehrin ranta açılan toprakları, çıkarcılar, harp zenginleri... Günümüzle ne kadar çok benzerlik var.
TRAVMASI SHAKESPEARE’İN FALSTAFF’I İLE AYNI
‘Vaktinden Evvel Bir Zemherir’ romanı birçok şey hatırlatıyor. Çok katmanlı... Küçük yaşta yetim kalan Cemil, amcası Refik Bey’in himayesinde yetişir. Refik Bey devlet ricalinde önemli bir yere sahip. Şehzade Abdülhamit’le de çok yakın... Ancak Abdülhamit tahta çıkınca ilişkileri soğur. Sekte-i kalpten gitmesi ise, “Acaba zehirlediler mi?” şüphesiyle Tanbûrî ailesinin yaşadığı, bir çeşit Shakespeare’in hâyali karakteri Falstaff’ın yakın arkadaşı kral V. Henry’le yaşadığı travmaya benzetilebilir. Değişen toplumsal yapı karşısında, genç yaşta veremden ölen, mezar yeri bile tam olarak bilinmeyen Tanbûrî Cemil Bey, yalnızlığıyla, çaresizliğiyle, rindaneliğiyle, tanburuyla ünlü ‘Ferahfeza Saz Semaisi’ni geçiyor hâlâ elveda diyerek...
ADIVAR’INKİNDEN FARKLI BİR ‘SİNEKLİ BAKKAL SOKAĞI’
Sinekli Bakkal Sokağı ve çevresi, romandaki Sur İçi İstanbul’unun günümüzde pek kalmayan eski mekânları. Taner bu romanda İstanbul’a özgü ahşap binalarını anlattığını söylüyor. Sanıldığı gibi ahşabı bitiren yangınlar değil. Ahşap binalar her daim küllerinden doğmuştur. Onları bitiren değişen toplumsal koşullar nedeniyle terk edilmeleridir. Gerçekte Sur İçi İstanbul’u Türküyle, Rumuyla, Ermenisiyle, Yahudisiyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Arnavutuyla her zaman kozmopolittir. Savaşlar, siyasal koşullar, tehcir, büyük değişimlere neden olmuştur. Kaçınılmaz bu değişim karşısında Tanbûrî Cemil’Bey’in durumu ise, ‘Leopar’ filmindeki Prens Salina ya da ‘Huzur’daki Mümtaz gibidir. Taner’in anlattığı Sinekli Bakkal Sokağı, Adıvar’ın ‘Sinekli Bakkal’ romanındaki sokaktan hayli farklı...