Şimdi ne olacak tartışması…
61 yıllık Baas, 24 yıllık Beşar Esad rejiminin 11 gün gibi kısa bir sürede hemen hiç direniş göstermeden çökmesi dünyada da, Türkiye’de genelde karamsar şimdi ne olacak tartışmasını tetikledi. İktidarı ele geçirenlerin yaptığı tüm açıklamalara ve gerçekleştirdiği eylemlere rağmen ülkenin bir arada tutulamayacağını, istikrarın sağlanamayacağını, işleyen bir sistemin kurulamayacağını düşünenlerin sayısı hiç az değil.
Suriye’yi Afganistan’a benzeten de var, Libya ile karşılaştıran da, ifrata vardırıp geçmişi arayacağımızı söyleyen de. Dışarıdan bakanlarsa değişimin Türkiye’nin siyasi ve askeri kolaylaştırıcılığında gerçekleşmesinden belli ki biraz rahatsızlar. Suriye üstünde çok fazla söz sahibi olmasından endişeliler. Münbiç operasyonunu, Tel Rıfat’ı, PYD güçlerinin Fırat’ın batısından çekilmek zorunda bırakılmasını kabullenmekte zorlanıyorlar.
İçimizdeki şüphecilerin en büyük endişesiyse sanırım bu ani değişikliğin iktidar bloğuna puan kazandırması. Bu nedenle daha geçmişle hesaplaşmadan, Esad rejiminin ülkesine ve Türkiye’ye nelere mal olduğunu konuşmadan olası en kötü senaryoyu gündemde tutmaya çalışıyorlar. Tartışmayı eninde sonunda olmayan bir gerçekliğe, yaşanmamışın nostaljisine dayandırıyorlar. Çok yıllar önce Şam sokaklarında dolaşan mini etekli kadın fotoğraflarına indirgiyorlar.
Nedense kimse o zaman da insanların büyük bir baskı altında olduğunu, Suriye’nin çok kısa bir dönem dışında hep olağanüstü hal koşullarında yaşadığını hatırlamıyor ya da hatırlamak istemiyor. Hapishanelerden ekranlarımıza yansıyan görüntüler, binlerce insanın işkenceden ölmüş olması, milyonlarcasının ülkesinden kaçmak zorunda kalması, kimyasal silahların, varil bombalarının kullanılması onların bakış açılarını değiştirmiyor.
Yeni yönetimin işi tabii ki kolay değil. Her şeyden önce 13 yıllık iç savaşta yıkılmış, yok olmuş ve bölünmüş bir ülke devralıyorlar. Ekonomisi çökmüş, kurumları çürümüş, savunma altyapısı olmayan, demokrasi tecrübesi bulunmayan bir Suriye söz konusu olan. Adaletten iç güvenliğe kadar her şeyin yeniden yapılanması, elinde silah olanların bir şekilde yeni sisteme entegre edilmesi gerekecek.
Ellerindeki tek yol haritası da BM Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği Cenevre’yi adres gösteren ama bundan dokuz yıl önceki gerçekliğe dayanan ve statükonun müzakereyle değişeceğini öngören, seçimler için tarihler öneren, anayasa taslaklarına referans veren 2254 sayılı kararı. Büyük ölçüde Rusya tarafından hazırlanmış ve Esad rejimini işbirliğine ikna mantığına dayanmış, biraz da raf ömrünü doldurmuş bir belge.
Ama yine de umut var. Yeni rejim işe iyi başladı. Önce HTŞ’nin eski HTŞ olmadığını dünyaya anlattı, sonra da görevi barışçıl bir şekilde devraldı. Emir kullarına af ilan etti. Kutlama amacıyla taşkınlığı yasakladı. Yaşam tarzlarına karışılmayacağı, farklı etnik ve dinsel kökenden gelenlerin haklarının, hukuklarının korunacağını açıkladı. Ülkenin yeni bir başbakanı dahi var. Muhtelif gruplar arasında da görüş birliği olduğu izlenimi ortaya konuyor.
Ancak şu anda sorunun sonunda değil muhtemel sonunun sadece başlangıcındayız. Değişimin sponsoru Türkiye olarak tedbiri elden bırakmadan umutlu olmamız, bu değişimden siyasi ve stratejik menfaat sağlayan tüm ülkeleri Suriye’nin istikrarına katkıda bulunmaya çağırmamız gerek. Tereddüt edeceklerine geleceğin inşa edilmesine, Suriye’nin güvensizlik üreten bir ülke olmaktan çıkarılmasına yardımcı olsunlar.
Mesela Almanya sığınmacıların geri dönmesini istiyorsa, bin euro ve tek yönlü uçak bileti ötesinde fedakarlıkta bulunsun. Ya da Amerika, Rusya ve İran’ın neredeyse sıfırlanan etkisinin böyle kalmasını arzu ediyorsa Suriye’deki çıkarlarını yeniden tanımlasın, kime dayanacağını iyice düşünsün. Veya İsrail tehdit oluşturmaktan, aklına gelen yeri vurma refleksinden kendini kurtarsın ki günümüz itibarıyla oluşan ve çıkarlarına hizmet eden statüko korunsun.
İran’ın artan etkisinden mustarip Körfez ülkelerine de Suriye’nin yeniden imarına katkıda bulunmaya, Suriye’yi kucaklamaya davet etmeliyiz. Ve bıkmadan usanmadan ülkenin toprak bütünlüğüne olan saygımızı teyit etmeli, ne istediğimizi dünyaya net olarak sürekli anlatmalı, PYD-PKK ilişkisini -sorun yeni kurulacak sistem içinde eriyene kadar- tekrar tekrar hatırlatmalıyız. Ayrıca Suriye’nin güvenliğini de terör örgütlerinin ötesinde tahayyül etmeliyiz.
Ben bu süreci şimdiye değin iyi yönettiğimize inanıyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve özellikle de Dışişleri Bakanı Fidan’ın Suriye’ye ilişkin açıklamalarını olumlu, yapıcı ve dengeli buluyorum. Diplomasinin imkanlarının kullanılmasının olası krizlerin atlatılmasına yardımcı olduğuna inanıyorum. Umarım hep böyle sürer, Türkiye minimum kuvvet kullanımıyla kendisi ve komşusunun geleceği için maksimum faydayı sağlar, beklentilerini abartmaz, yeni fikirlere de stratejik aklını kapatmaz...