Orta Doğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği’nden Cafer Talha Şeker, Türkiye-Hollanda gerilimi bağlamında Avrupa’da yükselen Türk karşıtlığını analiz ediyor.
CAFER TALHA ŞEKER
Son günlerde Batı medyasının en popüler yüzü, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan oldu. Amerikan ve İngiliz medyası Avrupa’daki gerilimi haber yaparken “Erdoğan” isminin önüne iki nokta üst üste koyarak Reisicumhur’un sarf ettiği sözleri yayınlıyor ve bu sözlerden manşet yapıyor. Manşetleri Türkiye Cumhurbaşkanı söylemiş oluyor ama aynı zamanda Anglo-Sakson ülkelerinin medya vasıtasıyla Avrupalı müttefiklerine tokat vurma ihtiyacı da karşılanmış oluyor. “Nazi” yakıştırmasına çok kırılan Almanlar ve Hollandalıların medyası ise Erdoğan’ı “diktatör siyaset” gütmekle itham etmeye takmış durumdalar. Bu tabloda Türk Hükümeti ile Avrupalı iktidar partileri arasında yaşanan gerilim ortamı bize Avrupa’nın acı bir gerçeğini daha gösteriyor. Batılı hükümetlerin sesi olan bir kısım Batı medyasının haber yapma tarzına ve Batılı siyasi parti liderlerinin açıklamalarına bakarsak aslında Avrupa’nın çıkar çatışmalarıyla bölündüğünü ve AB’nin fiili bir dağılma dönemi yaşadığını görüyoruz. Yaşlı kıtada yabancı düşmanlığı ve Türk karşıtlığının yükseldiği bu dönemde Avrupa’da sokakları hareketlendiren Türk siyaseti midir? Avrupalı hükümetlerin Türk karşıtlığının sebebi sadece sağcı seçmen kitlesinin oylarını alabilmekten ibaret midir? Tarihin tekerrür eden noktalarına da temas ederek sorumuza cevap arayalım.
16. yüzyılın son çeyreğinde İspanyol-Habsburg İmparatorluğu’na bağlı olan Hollanda’da Protestanların teşkilatlanarak İspanyol tahakkümünden kurtulmak için ülkedeki Katoliklerin hakimiyetine son vermek istedikleri ortamda bile Türk parmağı arayanlar olmuştur. O dönemde Avrupa’da yaşanan pek çok felaketi “Güçlü Türk’ün İmparatorluğu”na atfetme hastalığı vardı. Nitekim bunların bazılarının haklılık payı da yok değildi. Hollanda’nın milli mücadelesi gibi görünen ve Avrupa’da büyük krizlere yol açan meşhur Hollanda İsyanı esnasında da mücadelenin liderlerinden Sessiz William’ın İstanbul’dan yardım alarak elini güçlendirmeye çalıştığına dair rivayetler vardır. William, Fransa Krallığı’nın İspanya’ya karşı Sultan Süleyman’dan yardım alarak Osmanlı Donanması sayesinde İspanyol işgalinden kurtulduğunu biliyordu. Avrupa’daki zulümden kaçarak Osmanlı’ya iltica eden Yahudi asıllı iş adamı Yasef Nassi’yi aracı yaparak Osmanlı Sultanı’nın bu kez İspanya’ya karşı Hollanda İsyanı’nı desteklemesini sağlamak gibi bir talep vardı. Aynı yüzyıl içinde İspanyollar, Endülüs Müslümanlarını İberya Yarımadası’ndan çıkmaya zorlamışlarsa da kaydadeğer bir Müslüman nüfusu hala İspanya’da yaşıyordu. İspanyol idaresine isyan eden Müslümanların ve Protestanların arkasında İstanbul’a bağlı çalışan casusların olduğuna inanılıyordu. Avrupa’da birbirine hasım olan ülkelerin çatışma ortamı elbette Osmanlıların Avrupa siyasetini kolaylaştırıyor ve Papa’nın arzuladığı Avrupa Birliği’nin doğuşuna giden yolları tıkıyordu. Bu birlik asırlar sonra ABD’nin finans ve güvenlik desteğiyle gerçekleştiğinde bu defa Avrupa için rakip veya düşman olan Türkler değil Ruslar idi.
KONTROLDEN ÇIKMA KORKUSU
Putin liderliğindeki Rusya’nın yeniden yayılmacı politikalarla Avrupa’yı tehdit ettiği bir dönemde Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin de Avrupa çıkarları için tehdide dönüşen işlere girişmesi, Batılı başkentlerde kafaların kaşınmasına yol açıyor. Demokrasiden bahseden Avrupa ülkelerinde Türk bakanlara yapılan skandal muameleler sonrası Avrupa sokaklarında yaşananlar her ne kadar bir yönüyle hem Avrupa başkentlerinin hem de Ankara’nın seçim propagandalarına katkı sağlıyor olsa bile mesele bundan ibaret değildir. Zira yaşlı kıtada yaşayan milyonlarca Türk’ün yüzde birini sokaklara dökebilen bir Türk Hükümeti’nin gücü Avrupa’nın geleceğe yönelik bir güvenlik meselesiyle karşılaştığını da gösterir. Demokratik gösteri hakkına sert müdahalede bulunan Avrupalılar; ABD, İngiltere ve Rusya ile ortak çıkarlarını geliştiren ve Asya ile ticaretini artıran bir Türkiye’ye eskisi gibi demokrasi dersi vermekte ve soft power kanalları üzerinden müdahale etmekte zorlanacaklardır. Avrupa’nın kontrolünden uzak yükselen bir Türkiye’nin eninde sonunda tarihi tekerrür ettireceğini şu günlerde Avrupalı sağcı tarihçiler ve siyasetçiler sürekli dile getirmektedirler.
Avrupa’da son seçimlerde ve gelecek seçimlerde “Türkofobi” üzerinden siyaset yapmak adet haline geldi. İngilizler, AB üyeliğini referanduma açtıklarında Türk karşıtlığını siyaset olarak iyi kullandılar ancak seçim akabinde Brüksel’e karşı Brexit kartını eline alan İngiliz Hükümeti kısa sürede Türkiye ile işbirliğini artıracak adımlar atmaya başladı. 15 Temmuz’dan sonra ABD’li makamlar suçluluk psikolojisine kapılıp açıklama bile yapamazlarken Türkiye’ye bakanlık düzeyinde ziyaret düzenleyen ilk ülke Birleşik Krallık oldu. Böylece Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını sağlama alma hedefindeki İngilizler, Washington-Ankara hattında arabulucu olma rolünü de kimseye kaptırmadılar. Türkiye, 16 Nisan Referandumu’na giderken İngiliz Hükümeti bir kez daha desteğini gösterdi ve Krallığın Başvekili Theresa May, Ankara’ya gelip Reisicumhur Erdoğan ile görüştü. İngiliz Başvekil, Ankara’ya Washington’dan doğruca gelmişti. Yakın Doğu’da İngiliz–Alman rekabetinin tezahürü olarak kendisini takiben Merkel de ülkemize geldi ve Erdoğan ile bazı meseleleri bizzat görüşerek netice almaya çalıştı ancak Almanlar geride kaldılar.
Avrupalı ülkeler aralarındaki ortak pazar krizini çözmekle vakit harcarlarken Türkiye ile istihbarat ve teknoloji işbirliğine girişen Britanya, Orta Doğu’da eskisi gibi daha bağımsız hesaplar yapmayı hedefliyor. Ankara’da Almanların itibarı çökerken İngilizlerin itibarı hatırı sayılır hale geldi. Avrupalı hükümetler, “Türkiye’de ve ABD’de demokrasi yara alıyor” yaygaraları koparırken İngiliz Hükümeti reelpolitikte tüm müttefiklerinin önüne geçen hamleler hesaplıyor. ABD’deki Demokratlar ile yakın olan İngiliz İşçi Partililer mecliste May’e niçin halkına karşı sert mizaçlı konuşan Trump ile dostça bir araya geldiğini sorduklarında Başbakan May’in cevabı 19.yüzyıldaki selefi Lord Palmerstone üslubundaydı: “Bizim işimiz sokakları desteklemek değil, çıkarlarımızı desteklemektir.” İşte bu hükümetin yayın sesi BBC, daha önce pek çok kritik vaka sonrası açıklama yapan Erdoğan’ın sözlerini görmezden gelirken Almanya ve Hollanda’ya “Nazi” diyen sözlerini büyük bir memnuniyetle manşet yaparak aslında Türkiye üzerinden Avrupalı müttefiklerine tokat attı. Zira Londra–Brüksel arasında Brexit öncesi ve sonrası pazarlıklar yapılırken BBC istese bile böyle başlıklar atamazdı.
DERTLERİ DEMOKRASİ DEĞİL
Avrupalıların Türk bakanlara yaptığı muamele, 16 Nisan’da Türkiye’de “demokrasi veya diktatörlük” çıkacağı meselesi değildir. Eğer Almanlar ve Brüksel’dekiler 15 Temmuz’dan önce ve sonra Orta Doğu siyasetinde Erdoğan’ın iktidarı ile anlaşabilseydiler bugün Avrupa sokaklarında atlı-köpekli polislerin Türk protestocuları ve bakanları aşağıladığını görmezdik. Nitekim Avrupalı hükümetler bölgede Ankara ile işbirliği yaptıkları günlerde TSK’nın içeride terörist PKK’yı vurmasına ses çıkarmadıklarını ancak işbirliği yavaşlayınca Ankara’yı PKK sempatizanlarına karşı “orantılı güç kullanmaya” davet ettiklerini gördük. Dolayısıyla onların derdi Türkiye’de demokrasi değildir. AB’ye Brexit ile baskı yapan İngilizler ile yakınlaşan Türklerin aynı anda ABD ve Rusya ile de arayı iyice düzeltip yeniden ekonomik yükselişe geçiş çabalarını seyretmeyi hazmedemezler. Avrupa sarsılırken denge kurabilen ve güçlenen Türkiye, Avrupa için tehdit olacaktır ve bu yüzden Ankara’ya baskı yapmak mecburiyetinde kaldıklarını düşünüyorlar. O halde Türkofobinin yükselişi Türkiye’nin hedeflediği ekonomik yükseliş ile alakalıdır ve Ankara ile anlaşamayan ülkelerde daha fazla yükselmektedir.
Avrupalı hükümetler, Türkiye’de sokakları terörize eden saldırganlara karşı Türk güvenlik siyasetini suçlayarak ülkemizin sokaklarına müdahaleden imtina etmediler. Buna karşılık Türk Hükümeti’nin Avrupa’da sokakların huzurunu bozmak gibi bir niyeti olmasa bile Türkiye’den ziyade Avrupa medyasında Erdoğan’ın “Sultan” olarak gösterilmesi ve halkın bu şekilde korkutulması, bilhassa “Sultan’ın kitleleri sokağa dökme kabiliyetine” atıf yapılması, AB’nin geleceğinden bile şüphe eden ve birlikten ayrılmayı dile getiren sağcı partilerin iktidara yanaşması esnasında Avrupalı Türklerin geleceğinin Endülüs Müslümanları gibi olmaması için Türkiye’nin referandumdan sonra yeni adımlar atması gerekmektedir.