SALİHA SULTAN / KARAR
UNESCO 2021 yılını vefatının 700’üncü yıldönümü nedeniyle ‘Yunus Emre Yılı’ ilan etti. Yunus Emre denilince Türkiye’de akla ilk gelen isimlerden şair Mustafa Özçelik’le Yunus Emre’yi bütün dünyaya nasıl anlatmalıyız sorusunun cevabını KARAR okuyucuları için konuştuk. Özçelik “1991’deki gibi hümanist bir Yunus anlatılacaksa yanlış olur. Hümanizmi batılıların Yunus’u kabullenmesi için öne çıkardık ama kendi kültür coğrafyamızda da yanlışlar yapıyoruz. Yunus’u şair katından öteye geçiremedik” dedi.
NESCO’nun ölümünün 700’üncü yılında 2021’yi bütün dünyada ‘Yunus Emre Yılı’ ilan etmesinin ardından başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere ulusal ve uluslararası çalışmalara imza atan birçok kurum büyük bir sorumluluğun altına girdi. 1991’de dünyaya hakkıyla anlatamadığımız, geçmişte Cumhuriyet aydınları tarafından oratoryolara varan çalışmalar eşliğinde bir ‘hümanist şair’ olarak dünyaya lanse edilen Yunus Emre’yi acaba 2021’de nasıl anlatmalıyız? Bu önemli fırsatı bu kez layıkıyla değerlendirebilir, ilahileri, münacat ve naatları ile meşhur, didaktik şiirleriyle halkı ihyaya çalışan bir derviş şair olan Yunus Emre’nin hakiki portesini çizebilir miyiz? Bu soruların cevabını ‘Yunus Emre’, ‘Bizim Yunus’, ‘Risalet’ün Nushiye’, ‘Dilimiz Yunus Söyler’, ‘Bursa’nın Yunus’u Aşık Yunus’, ‘Yunus Emre’nin Dostları’, ‘Yunus Emre Menkıbeleri’, ‘Anadolu’nun Manevi Irmağı Yunus Emre’, ‘Bana Seni Gerek Seni’ kitaplarıyla Yunus Emre külliyatımıza ve kavrayışımıza çok değerli katkılar sağlayan şair Mustafa Özçelik’le konuştum.
Ülkemizde Yunus Emre araştırmaları Fuat Köprülü ve Abdülbaki Gölpınarlı ile başladı. Son yıllarda siz de bu konuyla ilgili çalışmalarınızla öne çıkıyorsunuz. Yunus Emre ilginiz nasıl başladı?
Bunun hikâyesi çocukluk yıllarıma dayanır. Bütün Anadolu kadınları gibi babaannem de Yunus Emre ilahileri söylerdi. Bunlar şuuraltımda derin bir iz bırakmış olmalı ki kitaplarla tanışınca elime aldığım ilk kitaplar Yunus Emre konulu kitaplar oldu. İlk okuduklarım Nezihe Araz’ın ‘Dertli Dolap’ romanı ile Sezai Karakoç’un ‘Yunus Emre’ kitabıdır. Türkçe öğretmenimiz ne zaman şiire dair bir ödev verse ben bunu istisnasız her zaman bir Yunus Emre şiiri üzerine yapardım. Lise 2’ye geldiğimde Eskişehir’de Yunus Emre’ye dair liseler arası bir kompozisyon yarışması düzenlenmişti. Okulum adına bu yarışmaya ben katıldım. ‘Yunus Emre’nin Türk Edebiyatındaki Yeri’ başlıklı kompozisyonum il birincisi seçildi. Yerel gazetelerde yayımlandı. Düzenlenen ödül töreninde kompozisyonumu davetliler huzurunda okudum. Bunlar arasında Abdülbaki Gölpınarlı da vardı, ödülümü o verdi. O ödül ise kendisinin hazırladığı Yunus Emre Divanı idi. Ardından da kompozisyonumu beğendiğini ve bu konuda çalışmamı tavsiye etti. Onun bu sözleri dua niyetine geçmiş olmalı ki o günden sonra Yunus Emre çalışmalarımı daha da artırdım.
Şiir üretiminizin yanı sıra, Yunus Emre ile ilgili birçok esere imza attınız. Bunlardan söz eder misiniz?
Şiire başlamam da Yunus Emre etkisiyle oldu. Ama başka türlerde de çalışmalar yaptım. 1984’te bir yayınevi bir biyografi serisi başlattı. Liseden arkadaşım Şakir Kurtulmuş da yayınevine benim Yunus Emre ilgimden söz etmiş. Onlar da arayıp görüştüler ve benim ilk ‘Yunus Emre’ kitabım böylece yayımlanmış oldu.
Bildiğiniz gibi UNESCO 2021 yılını doğumunun 700’üncü yıldönümü vesilesiyle ‘Yunus Emre Yılı’ ilan etti. Nasıl karşılıyorsunuz bunu?
1991 yılında da edilmişti. Hem ülkemizde hem de dünyanın pek çok ülkesinde Yunus’a dair epeyce etkinlikler yapıldı. Kitaplar yayınlandı, konserler, toplantılar düzenlendi. Ne var ki o zaman biz ‘Bizim Yunus’umuzu doğru bir fotoğrafla tanıtmadık yahut tanıtamadık. Batılıların hoşuna gidecek bir ‘hümanist şair’ portresini öne çıkardık. Ama daha vahimi onu içinde olduğu din, tasavvuf bağlamından kopararak anlattık. O yıl yapılan seminerlere dair kitapları okuyanlar bu tür yazıları göreceklerdir. Yeni gelişmeyi elbette sevindirici buluyorum ama endişem de yok diyemem. 1991’deki gibi yine hümanist bir Yunus portresi anlatılacaksa aynı yanlış tekrarlanmış olur. Biz hadi diyelim hümanizmi batılıların Yunus’u kabullenmesi açısından öne çıkardık ama kendi kültür coğrafyamızda da büyük yanlışlar yapıyoruz. Yunus’u şair katından öteye geçiremedik. Oysa hiçbir mutasavvıf şair şiiri söylemek için şiir söylemez. Onu bir vasıta olarak görür. Asıl olan düşünceleridir. Yunus da şairliğinden önce bir mutasavvıf, bir tefekkür ve hikmet insanı hatta o dönem Anadolu’sunda siyasi-dini kültürel birliğin yeniden inşasında rolü olan bir aksiyonerdir. Bunların üzerini örtüp ‘Yunus büyük şairdi. Türkçe’nin şaheserlerini yazdı’ gibi değerlendirmeler doğru olmakla birlikte eksik ifadelerdir.
NE HÜMANİST NE PANETİST, TAM MANASIYLA TÜRK-İSLAM SUFİSİ
Batılıların anladığı Yunus Emre ile bu toprakların idrakindeki Yunus Emre aynı kişi değil yani size göre?
Onun insan sevgisi batıda anlaşılan insancıllıktan çok farklıdır. O, insanı ‘Yaratılmışı severiz Yaradan’dan ötürü’ der. Yani insan sevgisinin temelinde Allah sevgisi vardır. Batıda ise Tanrı fikri bu sevgide yok sayılır. Oysa hiçbir komplekse gerek yok. Yunus, kendi inanç sistemindeki insan anlayışıyla batıda da kabul görecek bir isimdir. Onda beşeri hassasiyet çok yüksek olduğu için dini, dili ne olursa olsun herkese hitap eder. Bize gelince; bizdeki portrede de tek bir renk yok. Halk nezdinde asırlar boyunca bir veli-şair olarak bilinen Yunus, Meşrutiyetten itibaren aydınların ilgi alanına girince sorunlar başladı. Kimiler, onu sadece Türkçe şiirler söyleyen bir ozan olarak gördüler. Kimileri onun tefekkür sistemini tam olarak anlayamadıkları için Batıni, Hurufi, Kalenderi anlayışa sahip Hetoredoks bir isim olarak ele aldılar. Kısacası herkesin kendine göre bir Yunus’u oldu. Oysa o, Mehmet Kaplan’ın da dediği gibi “Ne bugün anlaşılan manada hümanist, ne batılıların anladığı manada bir panetistitir.” Tam manasıyla bir Türk-İslam sufisidir. Bu yerelliğinin yanından aynı zamanda evrensel bir isimdir.
2021 için hazırlıklar başlamış olmalı. Türkiye’de yapılacak çalışmalar hakkında bilginiz var mı? Size danışan oldu mu?
Hazırlıkların başlamış olacağını ümit etmek istiyorum. Zira bu önemli bir fırsattır. Ne var ki salgın günleri kurumların ilim, kültür, sanat faaliyetlerini askıya almalarına sebep oldu. Bana birkaç belediyeden ve başka kuruluşlardan konu ile ilgili ulaşanlar oldu. Kendilerine kendi açımdan yapılması gerekenleri raporladım. Ama neyi ne kadar yaparlar bilemiyorum. Fakat bu yılın iyi değerlendirilmesi gerekir. Zira bütün dünyanın varlık, bilgi, değer, ahlak konusunda bunalım yaşadığı bir zamandan geçiyoruz. Batı’da ve Amerika’da İslam’la ilgili olumsuz bir imajın üretildiği günleri yaşıyoruz. Böylesi şartlarda hem milliyetimizi hem dinimizi hem de epeyce istismara uğrayan tasavvuf düşüncesini en iyi, en doğru şekilde kendi üzerinden anlatabileceğimiz isim Yunus Emre’dir.
Bu süreç için sizin yeni bir hazırlığınız var mı? Bugüne kadar eksik kaldı, Yunus Emre külliyatına artık eklemeliyim diye düşündüğünüz…
Yunus, hiç bitmeyecek bir kaynaktır. Henüz tamamen keşfedilmiş, anlaşılmış da değildir. Ben kendi ilgi ve bilgi alanım çerçevesinde bugüne kadar yaptıklarıma ek olarak bu yıl dergilerde yayımladığım Yunus Emre yazılarını, Yunus Emre röportajlarını kitaplaştırmak niyetindeyim. Bir de tematik divan çalışması yapıyorum. Ama Yunus’un daha iyi anlaşılması ve anlatılması manasında herkese düşen görevler var. Onu bugüne kadar daha çok edebiyatçılar inceledi. O yüzden şairlik kimliğinin ötesinde anlatamadık. Oysa onu felsefeciler, sosyologlar özellikle psikiyatrisiler ve ilahiyatçılar da kendi ilmi disiplinleri içinde incelemelidir. Ancak o zaman bütünlüklü bir Yunus portresi ile karşılaşma imkanımız olur.
DİVANINDAN ÖZEL BİR SEÇKİ YABANCI DİLLERE ÇEVRİLMELİ
Sizce bu fırsatı nasıl değerlendirmeli Türkiye? Yunus Emre’yi nasıl anlatmalıyız bütün dünyaya?
Bu anlamda hem yurt içinde hem de yurt dışını konu alan çalışmalar yapılmalıdır. Mesela Yunus divanından yapılacak çok iyi bir seçki belli başlı dillere çevrilmeli yine onun hem şair hem sufi anlayışını kapsamlı ve doğru şekilde anlatacak biyografik-monografik, ilmi çalışmalar gerçekleştirilmelidir. Bu manada Kültür, Milli Eğitim, Gençlik ve Spor bakanlıklarımıza, üniversitelerimize ve yurt dışında da Yunus Emre Enstitülerine büyük görevler düşmektedir. Fakat bunu yapacaklarsa resmi çevrelerle ilişkileri iyi olan kişilerle kendilerini sınırlamamalılar. Bu konuda çok iyi işler yapan isimler var. Yapılacaklar kolektif çalışmalar şeklinde olmalıdır.