İNCİ DÖNDAŞ
Birkaç yıl önce yorgunluk sendromuna yakalanmıştı. Kendisini fiziksel olarak yorgun ve uyuşuk; mental olarak da umutsuz, endişeli ve hayal kırıklığına uğramış hissediyordu. Medyada birçok kişinin stresten, moral çöküntüsünden ve depresyondan bahsettiğini fark etti; herkesin yorgunluktan muzdarip olduğunu gördü. Ama yorgunluğu öyle farklı bir yöntemle alt etti ki İngiltere’deki Kent Üniversitesi’nden edebiyat eleştirmeni ve tıp tarihi uzmanı Dr. Anna Katharina Schaffner, bu konunun tarihini araştırıp bir kitap da yazdı. ‘Exhaustion: A History’ (Yorgunluğun Tarihi) adlı kitabı yeni yayımlanan Schaffner, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
BU MESELE ZAMANSIZ
Araştırmalarınıza göre tarihte yorgunluk ne zaman başlıyor?
Çoğu yorumcu, moral bozukluğu ve stresten bahsederken en stres dolu çağda yaşadığımızı söylüyordu. Strese neden olan etkenlerin tarihin en kötüsü olduğunu ve atalarımızın doğa ve mevsimlerle uyumlu bir şekilde daha yavaş, daha mutlu ve az stressiz bir hayat yaşadığını iddia ediyordu. Ben en büyük şaşkınlığımı yorgunluğun daimi ve zamansız bir insani mesele olduğunu gördüğümde yaşadım. Klasik Antik Çağ’a uzanana dek, tarihin her dönemine ait bitkinlikle ilgili edebi eserler bulabiliyordum. Yorgunluğun ve sebeplerinin teorize edilme yolları dönemden dönem ciddi bir şekilde farklılaşsa da yorgunluk üzerine zaman tanımayan bir endişe; yaşlanma, mevziye çekilme ve ölüm kaygısıyla ilgili olarak daima vardı.
Atalarımızdan daha mı yorgunuz peki?
Bunu söylemek imkansız! Her tarihsel dönem kendinin en yorucu dönem olduğu konusunda tıpkı bizim gibi iddialıdır. İnsanlar tarih boyunca stres dolu fenomenlerle karşı karşıya gelmiştir. Ve bizim sosyo-psikolojik stres kaynaklarımız tarihin en kötüleri değil. İnsanlar her zaman sosyal ve teknolojik gelişmelerle uzlaşmışlardır. Bizim çağımızda çoğu insan yorgunluklarının sorumluluğunu internet, e-mail, sosyal medya ve cep telefonları gibi teknolojilere yüklüyor. Bu buluşların kapatma düğmesine basmak zor ve bunun sonucunda iş ve serbest zaman arasındaki çizgi de silikleşiyor. Bu stres kaynakları mevcut ve yorucu fakat diğer tarihsel dönemlere mensup insanların da mücadele etmesi gereken kendine has stres kaynakları vardı.
Yorgunluk bize ne söylüyor?
Özellikle teorize ediliş şekliyle bize beden, zihin ve toplumsal olan arasındaki ilişkilerin, tarihin belirli bir anında nasıl kavramsallaştırıldığına dair ilginç şeyler söylüyor. Kimi tarihsel dönemlerde, bitkinliğin sadece fiziksel nedenlerden kaynaklandığı düşünülüyordu. Başka bir dönemde ise psikolojik faktörlere öncelik veriliyordu. Bir diğerinde ise yorgunluk, teknolojik ve sosyal değişikliklere bağlanıyordu.
ALMANLAR ÇOK ŞİKAYETÇİ
Ülkeler ve coğrafyalar arasında yorgun olma konusunda bir fark var mı?
Ben yorgunluğun Batılı ülkelerde daha fazla söz konusu edildiğini düşünüyorum. Çin ve Hindistan gibi doğu ülkelerinde insan enerjisini (qi ve prana) karşılayan açık düşünceler var. İnsan enerjisini tazeleme ve onun bakımını yapma üzerine birçok metod ve ritüel tasarlamışlar. Çigong ve yogayı örnek verebiliriz mesela.
Hangi ülkenin insanları yorgunluktan daha çok şikayet ediyor?
İşteki stres ve tükenmişlik üzerine en çok şikayet edenlerin Almanlar olduğunu söyleyebilirim. Çalışma ortamlarının çalışanların mental ve fiziksel iyiliğine yönelik bir zehir olacağı konusunda oldukça endişeliler.