Serimizin ilk yazısında dünya vatandaşlığının kavramsal ve tarihsel çerçevesine kısaca (hakikaten pek kısa idi) değinmiş; hukuksal bir formu olarak da World Service tarafından verilen vatandaşlık statüsü ve pasaport belgesinden söz etmiştik.
Dünya vatandaşlığının gezmekle çok alakası olmadığını Kinik ekolünün önemli ismi, ömrünü bir fıçıda nihayete erdirmiş, Diyojen'den örnek vererek açıklamıştık. İlk dünya vatandaşlarından kabul edilen Diyojen, fıçısında yaşamayı tercih etmişti.
Lakin, bugün hepimizin elinde, cebinde olan telefonları birbirine ve bütün dünyaya bağlayan internet vakıası bu gerçeği bizim kalemimizin kifayet ettiğinden daha iyi anlatıyor.
Dünyayla temas edebilmek için yerinizden bile kalkmanıza gerek yok. Dünyanın öbür ucundaki bir kişiyle görüşebilir, ticaret yapabilir, fikir alışverişinde, bilgi paylaşımında bulunabilirsiniz.
Bugünkü konumuz da her şeye gücümüz yettiğine dair kapıldığımız, modern dünyanın büyüklenme hissiyle yaptığımız Babil kulesinde, birbirimizi anlamaktan aciz olduğumuz, esiri olduğumuz kakafoninin çözümü.
Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri'nin buyurduğu gibi, her ne kadar aynı dili konuşanların değil, aynı duyguları paylaşanların birbirlerini anlayabilecekleri bir hakikat olsa da, birbirimize kulak tıkadığımız şu dünyada duygudaşlık kurabilmemiz için asgari düzeyde birbirimizin varlığından haberdar olmamız, ötekinin ne söylediğini de bilmemiz ehemmiyet arz ediyor. Dolayısıyla birbirimizi tanımak, okumak zorundayız. İnternetteki kaynakların yüzde 80'i, belki daha da fazlasının dili olan İngilizce burada altın bir anahtar durumunda.
Bu durumdan ben de bizarım! Keşke bugün Lingua Franca, yani ortak iletişim dili İngilizce gibi bir ulusa ait dil değil de ortak iletişim için tasarlanmış, nötr bir dil olsa idi. Bu tür çabalar mevcut olsa da, bu işin idealizm tarafı; realite kısmında ise İngilizce gerçeği ile yüzleşmek zorundayız.
İnternetteki kaynakların yüzde 80'i İngilizce dilinde yazıldı dediysek, tümü birden İngilizler ve Amerikalılar tarafından yazıldı demedik a! Bu içerikler, bu dili farklı seviyelerde, farklı morfolojik özelliklerle konuşan ama kullandıkları bu iletişim aracının adına hâlâ İngilizce diyen insanlar tarafından yazılıyor.
IBM'in satış ve pazarlamadan sorumlu ikinci müdürü, kendisi bir Fransız olan Jean Paul Nerriere'nin daha sonra Globish adıyla markalaştıracağı durumda olduğu gibi.
İşi gereği tüm dünyayı gezen, iş gezilerinde farklı milletlerden müşteri ve iş ortakları ile İngilizce konuşan Nerriere bu dilin İngiltere'de konuşulan İngilizce'den çok farklı olduğunu, bir altkümesi olduğunu anlar. Üstelik bu dili konuşanlar birbirlerini, bu dili anadili olduğu için konuşan kişilerden daha iyi anlamaktadır.
Bunu çok geçmeden David Hon ile birlikte Globish adında bir sisteme dönüştürürler. 1500 kelime, bu dilin Gramerini formülüze edip, bir eğitim sistemi haline getirirler. Özellikle de Asya ülkelerinde oldukça rağbet görür.
David Hon 'un 26 derste anlattığı, hatta adına Globish in Globish diyerek bizzat Globish'i anlattığı bu dersinden ben de çok istifade ettim. David Hon ile bu vesileyle bir dostluk da kurduk. Globish - The World Over kitabını hayretler içerisinde okudum, büyük feyz aldım. Bu satırları okuyan herkese de tavsiye ederim.
İtiraf etmeliyim, anadili İngilizce olmayanların konuştuğu İngilizce, bana İngilizlerin İngilizcesi'nden daha anlaşılır geliyor.
Globish bu realitenin markalaşmış tezahürü olsa da Afrika'da, örneğin Nijerya'da 30 milyon kişi Pidgin dedikleri, İngilizlerin önce 'broken English' olarak aşağıladıkları ama sonradan BBC'nin bile ayrı bir servis kurarak onore ettiği bir İngilizce varyantını konuşuyorlar.[1] Tayland'da ıse 1970'lere kadar giden Tinglish popüler.
Bu dillere hiç değilse Wikipedia'dan kısaca bir baksanız, dil bilgisi hatası olarak üstü çizilen pek çok kullanımın bu varyantlarda sistemleşmiş, pekala milyonalarca insanın iletişiminde hiçbir sorun teşkil etmeden kullanıldığını görebiliriz. Mesela duş almak anlamına gelen 'take a shower' yerine 'take a bath' dense, muhemelen süper lise mezunu arkadaşlar bıyık altından gülümseyeceklerdir. Tinglish'de bu bir kalıp olarak tepe tepe kullanılıyor. 'Aynı sana benziyor.' yerine 'He same you' denilse, tahtalara vurursunuz ama Tinglish'de bu He is/looks like you demenin tıpkısının aynısı.
Pidgin genel bir ad olarak, aynı dili konuşmayan toplulukların başka dillerden ödünç aldıkları, kendi dillerinden ekledikleri ortak bir iletişim aracı tasarımı olarak geçse de ekseriyetle Nijerya'daki İngilizce varyantı için kullanılıyor. Nijerya'da konuşulan 500 farklı dile mukabil, insan zekası, hayatta kalma dürtüsü böyle bir çözüm üretmiş.
Mesela bir kahve isteyeceksiniz diyelim. 'I would like a coffee, please' yerine Abeg I want coffee diyebilirsiniz. Gördüğünüz gibi ne artikel, ne preposition. Abeg de neyin nesi derseniz I beg kelimelerinden türetilmiş. 'Lütfen' mealinde bir kelime. Beg,yalvarırım, affınıza sığınırım anlamında bir fiil. 'Abeg talk am small small.' ise 'Please speak slowly' yani 'Lütfen yavaş konuşun' anlamına geliyor.
Ne dediğini anlamıyorum mu diyorsunuz? Bir Nijeryalı sizin yerinizde olsa Pidgin dilinde 'I no get you' diyecekti.
Özetle dilin kendisi bile artık bir bariyer değil. İnsan zekası, hayatta kalma iştiyakımız bizi yeni çözümlere zorlayacak. Var olan çözümlere bakmak, hata yapmaktan korkmadan İngilizce'yi kullanmak, dünyanın ürettiği bilgiye ulaşmak gerekiyor.
Sadece Globish değil, Amerika'nın Sesi Radyosu'nun İngilizce öğrenenler için hazırladığı VOA English servisi de 1500 kelime kullanarak her türlü meramını anlatıyor.
Netflix'den Crown'u izleyip karalar bağlamayın yani.
[1] https://www.bbc.com/pidgin