Bu yazı Türkiye'den yazdığım son yazı. Nasipse gelecek haftanın yazısını uzak bir ülkeden, Malta'dan yazacağım.
Bu yazı vesilesi ile okurla biraz dertleşeceğim. Dürüst olmak gerekirse yolculuğun stresi ile bir türlü boşaltamadığım zihnimden başka bir konu sadır olmadığı için bu nevi bir yazı kaleme alacağım.
16 yaşımda devrimcilerle tanıştığımda dünyayı değiştirmek benim için ihtimaldi, "ve çok güzeldi."
İnsan büyüdükçe gerçekliğin o sert duvarına çarpıyor. Günün sonunda bari kendi dünyamı, çoluk çocuğumun dünyasını değiştireyim çizgisine geriliyor. Evet nereden baksanız teslimiyet, nereden baksanız geri çekiliş. Ama insan dediğiniz de böylesi bir yaratık. Zayıf, aciz, çaresiz. Lunapark aynaları dışında da kendisi ile yüzleşme cesareti olan pek çoğunun farkedeceği katı bir gerçeklik.
Bu güzel ülkeden gitmek zor. Ama kalmak daha zor.
Maalesef taşların bağladığı, düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı; masumiyet karinesinin, hakkın ve hukukun "hak getirdiği" bir ülke.
Böyle bir ortamdan hicret etmek, maişetini Allah'ın geniş arzındaki başka memleketlerde aramak ayıplanacak bir şey değil bugün benim için. Geçmişte olsa "öyleyse nereye gidiyorsunuz?" diye sorar; "Neden mücadele etmiyorsunuz" diye diretir, "meydan onlara mı kalsın" diye ayaklarımı yere vura vura tepinirdim. Bugün diyemiyorum. Giden pek çok arkadaşıma hayrlı yolculuklar, diliyorum.
Siber güvenlik dünyasında çalışmaya başladığım günden bu yana sayısını hatırlamadığım eğitim ve konferansta konuşmacı ve eğitmen olarak yer aldım. Bu vesile ile çok güzel insanlarla tanıştım.
Yüzlerce, evet yüzlerce yazı yazdım.
Hepsini bu ülkenin insanına helal ediyorum. İnşaAllah istifade edeni bol olsun. Bizler için de, bizden sonra bir sadakayi cariye hükmünde olsun.
Fakat bir grup insan var ki onlara hakkımı helal ettiğimi canı yürekten söylemiyorum. Fakat yine de aksini söyleyemiyorum. Kabilleri mümkünse ıslahlarını diliyorum. Değilse Allah'ın kullarıdır, hüküm yine o yüce mercinindir.
Bu kişiler iş ve güçteki kabiliyetleri ile değil de dedikodu ve söylenti ile gemi yürütmeye çalışan; doğrudan söz söylemek yerine arkadan dolaşıp fısıltının o "muhteşem" gücüyle hükümranlık kurmaya çalışan kimseler. Hazin ki alıcısı çok, müptelası fazla. Bu zevat için ekmekle oynamak vakayı adiyeden. Güzel ülkede bu insanların at koşturması bendeniz için bir keder sebebi olsa da bir gün kısa çöpün uzundan hakkını alacağına yüreğimin tenha bir köşesinde inanmayı sürdürüyorum.
Bu yazının okurlarından, bizleri sevenlerden bir istirhamım var. Gittiğimiz yerde hayrlı insan ve olaylara muhatap olmamız, bu serüvenin bizlere kolaylaştırılması için dualarını lutfederlerse çok sevinirim.
Ahmet Telli'nin "Belki yine gelirim" isimli şiiri kulaklarımda çınlıyor.
Ben belki gelir miyim, orasını inanın bugün için bilmiyorum.
Ama gönlüme elem veren, yaşadığım kederli hadiseleri düşündüğümde o şiirden şu mısraları tekrarlarken buluyorum kendimi.
"Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün "
"bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim"
Yunus ile bitireyim:
Soranlara selam olsun...
Hoşçakal Vatan!
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.