Size de oluyordur. Bir şarkı, çalınmıyor, okunmuyor, siz de söylemiyorsunuz, kelimeleriyle, nağmeleriyle size gelip gelip gidiyor.
Bu, bir şarkı dinleme şekli midir? Yoksa şarkı sizi ziyaret mi ediyor?
Belki size dokunuyor.
Bu sıralar Osman Nevres’in şarkısı gelip gitmeye başladı.
Bu Osman Nevres, ‘Yunan’a ilk kurşun’ efsanesinde adı geçen Hasan Tahsin’in gerçek ismi olan Osman Nevres değil.
Şair Osman Nevres.
Nevres-i Kadim’den ayırt etmek için Nevres-i Cedid diye anılıyor. Ya da kendisinin öyle anılmasını tercih ediyor.
“Zülfün görenlerin hep bahtı siyah olurmuş
Tek zülfünü göreydim bahtım siyah olaydı”
Beste Ali Rifat Çağatay. Makamı Nihavent.
Burada, bana sakil gelen bir şeyi yapma ihtiyacı duyuyorum.
Bunun şiire vereceği zararı göze alarak.
Şiirin izahına dair bir iki kelam edeceğim.
Aslında benim okurlarım doğrusunu biliyor.
Şiirin açıklamasını yapmaya çalışanlar, hepsi değil, bir kısmı, lisan fukaralığından ikinci mısradaki ‘tek’ kelimesini ‘bir’ diye anlamışlar ve şairin sevgilinin saçının tek bir telini görebilmek için bahtının siyah olmasına razı geldiğini söylemişler.
Aynı yanlışı, Akif’in İstiklal Marşı’ndaki “Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda” mısraını açıklarken yapanlara da rastladım.
“Tek vatan, tek millet” diye slogan atarken söylenen ‘tek vatan’ gibi anlıyorlar...
Halbuki, bu mısralardaki ‘tek,’ ‘yeter ki’ anlamına geliyor.
Bu, temiz bir Türkçedir. Günlük dilde bugün de kullanıyoruz.
Günlük dilde kullanılmayan, eski şiirde karşılaştığımız bir ‘tek’ daha var.
“Gibi” anlamına geliyor.
Fuzuli’den göstereyim:
“Suya virsün bağban gülzarı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzare su.”
Şiirin içinde, herkesin bilemeyeceğini düşündüğünüz kelimelerin karşılığını vermekte bir sakınca görmüyorum.
Ama, şiiri kenara koyduktan sonra, “Şair burada şunu söylemek istedi” demek ya da şiiri nesre çevirmeye uğraşmak şiiri mahveder diye düşünüyorum.
Bu ameliye bana şiiri esvabından tecrit etmek, soyup soğana çevirmek gibi geliyor.
Fakat bazılarının merakı tabir caizse pornografik. Tamı tamına ne olduğunun ayan beyan ortaya dökülmesini istiyorlar.
Be adam, senin istediğin gibi söylenebilse niye şiir diye bir şey olsun?
İyi şair Nevres-i Cedit. Biyografisindeki bir husus dikkatimi çekti.
Irak ve Hicaz orduları muhasibi iken yolsuzlukla suçlanmış. Suçsuzluğunu ispatlamak için İstanbul’a gelmiş, fakat kimseye laf anlatamamış.
Bu yüzden sinirleri yıpranmış. Akli muvazenesini kaybetmiş. Bir zaman tedavi görmüş.
Bunu öğrenince, Osman Nevres’in temiz bir bürokrat olduğuna kanaat getirdim.
Günümüzde yolsuzluğa adı karışan bürokratlar, siyasiler, ne kadar arsız, ne kadar pişkin?
Düz yolda, sapasağlam, salına salına geziyorlar.
Uykularında kabus bile görmüyorlar.
Ne kafalarına bir şey oluyor, ne makamlarına.
Aksine taltif ediliyorlar.
Nevres-i Cedid, yolsuzluk suçlamasının sebep olduğu kederden kurtulamamış, vefat etmiş.
Bu arada, “Senden bilirim yok bana bir faide ey gül/Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül”ün güftesi ne Nevres-i Cedid’e ait. Makamı Hüseyni. Bestekarı Tamburi ali efendi.
Bir şarkı daha var, bugünlerde gelip giden.
“Bir nigah et kahr ile sen bakma Allah aşkına/Sarı giyme bir daha gül takma Allah aşkına/Kimseyi gönlüm misali yakma Allah aşkına”
Buradaki ‘sen’ kelimesi kulağımı tırmalamıyor değil. Sanki vezni tamamlamak için konulmuş. Ama şarkı çok güzel, saba makamı örtüyor güftenin nakısasını.
Ben sözlerini okurken ‘Kahr ile bakma Allah aşkına’ diye de okuyorum ve kendimi daha iyi hissediyorum.
Güftekarı Fatine Talay. Bestekarı Zeki Arif Ataergin.
Arızası daha bariz bir şarkıyı hatırladım şimdi.
“Mahzun gönül heyhat şad olacak mı sanıyorsun
Vah esef ah biçare gönül aldanıyorsun”
Bunu yorumcular böyle okuyup geçiyorlar.
Fena halde rahatsız oluyorum.
Tamamen yanlış.
Güftenin doğrusu “Vâ esefâ.” Arapça menşeli şiddetli bir teessüf ifadesi.
Fakat bütün kayıtlarda “Vah esef ah” diye geçiyor.
Ne diyelim?
“Vâ esefâ!”