Yolsuzluğu kim yapsın, kim yapmasın?
Böyle bir soru, yolsuzluğun mutlaka birileri tarafından deruhte edilmesi gereken bir vazife olduğunu düşündürüyor.
İlla ki yapılacak! Ama kimin yapacağını tayin etmek lazım.
Şöyle bir cevap verilebilir bu soruya: Mümkünse hiç kimse yapmasın.
Mümkünse mi?
Bu lafta bir sorun yok mu?
Mümkünse!
Cevabın böyle verilmesi, yolsuzluğun olmadığı bir dünyanın mümkün olmadığı fikrini tazammun ediyor.
Öyleyse düzeltelim.
Hiç kimse yapmasın.
Öyle bir dünya kuralım ki, hiç kimse yapmasın veya yapamasın.
Öyle bir dünya kurma tasavvurunu kendimizle ilişkilendirdiğimiz zamanlar oldu. Fakat zamanı bozduk.
Belki zaman bizi bozmuştur!
Bırakın böyle bir dünya kurmayı, böyle bir cümle kurma potansiyelimizi de kaybettik.
Zamanımızda, söz yolsuzluktan açıldığında şöyle yaklaşımlar çıkıyor karşımıza:
“Türkiye’de 100 milyar civarında haram para var. Bu parayı birisi yiyecek. Neden bu kadar üzerinde duruyorsun?”
Bu arkadaşımızın sözlerinde biraz ironi olduğunu dikkate almalıyız.
Ama ironilerin içinde bir miktar gerçek de bulunur.
Üzerinde durmayalım mı?
Miktarını ben bilmem, öyle çok sıfırlı paraların tedavül şekillerine vakıf değilim.
Ne kadarsa... Bunu, yolsuzluk için meşru bir alan olarak kabul ederek, memleketin gayrı safi hasılası içinde yolsuzluğa tahsis edilmiş, erişebilenin, gücü olanın, imkanı olanın istifade ettiği bir meblağ olarak görerek müsterih olabilir miyiz?
Müsterih olabilen, olur.
Biz müsterih olamayız.
(Dikkat ederseniz iki tane ‘biz’ oldu. Bu iki ‘biz’in arasındaki farkı temyiz yeteneği olanlar takdir eder.)
Çünkü meydana gelen hadisenin ucu bize dokunuyor.
‘Siz yaptınız’ diyorlar, ‘sizinkiler yaptı.’
Dürüstlüğünüz, ahlakınız, terbiyeniz, dininiz, imanınız buymuş işte!
Aynı çerçeveye alabileceğimiz bir başka yaklaşım:
“Ama geçmişte de iktidarlar hep yolsuzluk yaptı. Yolsuzluğun olmadığı bir dönem yok ki...”
Bu cümleler, objektif, afaki bir değerlendirmeymiş gibi söyleniyor.
Ama aslında, yolsuzluğu savunma şekillerinden biri.
Çok açık bir savunma değil. Eski usul Arapça öğreniminde ‘tahtında müstetir’ diye bir tabir var. Taht, ‘alt’ demek. Müstetir, ‘örtülü, saklı.’
Yani, örtülü bir savunma tarzı.
Geçmişte herkes yaptıysa, bugün de yapılması zorunlu mudur?
Veya, geçmişte herkes yapınca, günümüzde de yapılması mazur görülebilir mi?
Elbette görülemez.
Elbette, kim irtikap ederse etsin, böyle kötülüklere karşı bir tavrımız olması gerekiyor.
Nedir o tavır?
‘Beraat’ kelimesini bilirsiniz. ‘Berî’ olma durumu.
Hani mahkemelerde olur ya, suçtan ‘beraat’ edersiniz. Yani suçla ilişkiniz olmadığına, suçtan uzak, suçla bağlantısız olduğunuza hükmedilir.
‘Yolsuzluktan ‘berî’ olduğumuzu belli edecek bir hal ve gidiş içinde olmak’ şeklinde izah edebiliriz o ‘tavır’ı.
Tabii, ‘tahtında müstetir’ cevazlar vererek ‘berî’ olmanın mümkün olmadığını da teslim etmek lazım.
Ama kim yapacak bu yolsuzluğu?
Ben yapmasam başkası yapıyor?
Boşta mı kalsın bunca yolsuzluk?
Bu cümleler ‘tahtında müstetir’dir bin dereden su getiren savunmaların.
İyi bir şey mi yolsuzluk, kötü bir şey mi?
Dürüst olmamamız gerekiyorsa, yani sözlerimize değil, davranışlarımıza bakılarak karar verilecekse... İyi bir şey.
Yapabilenler, güzel güzel yapıyor işte!
Maalesef dürüstlük iddiasının artık inandırıcı olmadığı bir zamana ulaştık.
Ama dürüst olmamız gerekiyorsa, ki gerekiyor... Kötü bir şey yolsuzluk.
Şunu diyemedik. Hala diyene rastlamadım.
Kardeşim, biz yapmayalım yolsuzluğu.
Biz kirlenmeyelim.
Biz kirletmeyelim.
İlla yapılacaksa başkası yapsın.
Yolsuzluk yapma imkanını elinde tutma ‘dava’sı gütmeyelim.
Yazık!
Sınanmadan önce güzeldik.
Sınandık, bütün iddialarımız çürüdü.
Şeytanın kabahati yok bu işte.
Kendimiz çürüttük.