Yiyorum, öyleyse varım

Yusuf Ziya Cömert
Eskiden Kurban Bayramlarında deri kavgaları olurdu.

Derimi vermem. Derimi sana vermem.

Hayır, yasak, derini bana vereceksin.

Yahu nasıl yasak? Benim kurbanım, istediğim yere veririm.

Veremezsin, polisle gelirim.

Hatırlıyorum, o yıllarda bazıları Türk Hava Kurumu’ndan deri toplama yetkisi alır, THK’ya topluyormuş gibi deri toplar sonra derileri kendi derneğine veya cemiyetine götürürdü.

Kavga sadece THK’yla çıkmıyordu. Cemaatler de kendi aralarında tartışıyordu.

Derinin bir ucundan biri bir ucundan öteki asılıyor. Artık hangisinin gücü yeterse!

Öyle bir kavga ki ‘Kurban’ın anlamı uçup gidiyor.

Gülenciler kavgaya pek karışmıyordu. Onlar, iş adamlarına, esnafa salma salıyor ve istediklerini alıyorlardı.

Salmanın gereğini yapmayanlar başka konularda sıkıntıya düşebiliyordu.

(Gülenciler tabiri eskiye ait. Paralel devlet ve darbe teşebbüsünden sonra Fetö oldular.)

Deri kavgası artık bitmiş gibi görünüyor. Devam ediyorsa bile ben rastlamıyorum.

Fakat kuvvetli bir ‘vekaletle kurban’ rekabeti var.

Gazetelere, televizyonlara, sosyal medya plaftformlarına çarşaf çarşaf ilanlar veriyorlar.

İlanların her birinin maliyetiyle onlarca kurban alınır.

Bu ilan sirkülasyonunun rahatsızlık verici tarafı yok mu?

Keza fiyatlar.

Yurt içinde kurban kesmenin maliyeti belli. Küçük baş 6-7 bin lira civarında. Büyükbaş 9-10 bin liradan başlıyor. İkisinin de önü açık.

Ama yurtdışında vekaletle kestirirsen çok ucuz.

1600 liraya kadar fiyat gördüm. 2800 lira olan da gördüm.

Afrika’daki yoksul insanların senede hiç olmazsa bir gün kurban etiyle karınlarını doyurduklarını düşünmek güzel.

Ama bu reklamlar, bu rekabet havası… Nedense bana ‘iyilikte yarışma’ hissi vermiyor.

Evet, ben de zaman zaman itimat ettiğim bir yardım kuruluşu vasıtasıyla bağışta bulunuyorum.

Ama hala bu alış-verişte izah edilmemiş bir şeyler olduğunu hissediyorum.

Kim izah edecek?

Kendileri.

Karanlık bir nokta bırakmadan.

***

“Düşünüyorum, öyleyse varım” demiş Descartes. Düşünce tarihinde önemli bir aşama.

Descartes’in sözünün şüphecilik içerdiğini, aslında “şüphe ediyorum öyleyse varım” anlamına geldiğini söyleyenlere rastladım.

Şu anda girmeye çalıştığım konunun Descartes’le pek alakası yok aslında.

Sadece cümlesinin kalıbıyla biraz alakası var.

“İyilik yapıyorum öyleyse varım.”

“Yardım ediyorum öyleyse varım.”

Bu cümleleri ikide bir söylemesem de zihnimde gezdirdiğim çoktur.

Sağlam cümleler.

İyilik yapmak ya da yardım etmek var olmayı anlamlı kılar.

Anlamı derinleştirmek için biraz daha gerilere gidelim.

Kurban Bayramı’nın havasına da uygun bir rivayet.

Peygamberimiz bir koyun kesiyor. (Bazı yerlerde kurban yazıyor.) Bir süre sonra Peygamberimiz Hz. Aişe’ye koyunu ne yaptığını soruyor. Hz. Aişe eti dağıttığını, sadece kürek kemiği kaldığını söylüyor.

Peygamberimiz, “Bize kalan verdiklerimizdir” diye cevap veriyor.

Ben böyle okumuştum. Şimdi, kitaba uygun yazayım derken birkaç anlatış şekline rastladım.

“Demek ki kürek kemiği hariç hepsi bize kalmış.” Ya da “Bir kol kemiği hariç hepsi bize kalmış.”

Bir iki ayrıntı daha. Ama metnin verdiği mesaj değişmiyor.

Verdiklerimiz kalıyormuş bize.

Verdiklerimiz, yediklerimizden daha sahiciymiş.

Bu Hadis-i Şerif’in mesajı korkarım günümüz alışkanlıklarına uymuyor.

Yemek çok yaygınlaştı.

Yediklerini kutsamak da yaygınlaştı.

‘Yiyorum, öyleyse varım’a kadar geldik.

Yani?

Kaynaktan çok uzaklaştık.

Yolu şaşırdık.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (28)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.