Çocukken camideki hocamız sakin, nezih, pürüzsüz bir tarih anlatıyorlar. Vaizler, hatipler de öyle.
Haklı olsaydılar keşke…
Zamanla, eğer gerçeği öğrenmeyi önemsiyorsan, eğer peşine düşüyorsan anlıyorsun geçmişte her şeyin güllük gülistanlık olmadığını.
Hakikatin, iktidar uğruna çiğnendiğini, parçalandığını, değiştirildiğini, imha edildiğini.
Şimdi nasıl ayıklayacaksın tarihi? Bilmeseydin ayıklanacak bir şey de yoktu.
Daha zoru, dini tarihten nasıl ayıklayacaksın?
Hocam, bana güzel bir şey anlatmıştın, bu ne?
Ne bu Cemel, ne bu Sıffin, ne bu Kerbela, ne bu Harre?
Ne bu haklıya da haksıza da kalkıp kalkıp inen kılıçlar?
Öğretsene bana Aşere-i Mübeşşere nasıl birbiriyle harp etti?
Oğlum, karıştırma oraları, başına iş alırsın.
Sorma, sorgulama, rahatına bak.
İyi de sormayınca, sorgulamayınca, siyaset için, iktidar için işlenen cürümler dine karışıyor.
Ve biz o karışık şeyi nesiller boyu tevarüs ediyoruz.
Şu rezilliğe bakın: Hani b. Sübeyt el-Hadrami’den rivayet ediliyor.
“Vallahi on süvariden oluşan bir grubun içindeydim. Atlar hareket halinde ve dağılmış vaziyette bulunuyordu. Derken Hüseyin’in ev halkından bir çocuk çıktı. Çadırlardan birinin direğine tutunmuştu.
Üzerinde bir gömlek ve bir izar vardı. Korkulu bir haldeydi. Sağa sola bakıyordu. Kulaklarında iki inci vardı ve döndükçe inciler sallanıyordu. Derken bir adam koştu ve kılıcıyla çocuğu kesti.”
“Ebu cafer dedi ki: Hüseyin’e çocuğu götürüldü. Onu kucağına aldı. Beni Esed’den bir adam ona bir ok attı ve onu boğazladı.”
“Hüseyin’in üzerinde ne varsa yağmalandı. Donunu Bahr b. Ka’b, ipek ve yün karışımı kadife elbisesini Kays b. Eş’as (Bu elbiseden dolayı daha sonraları ‘Kadife Eş’as diye adlandırıldı) ayakkabılarını Beni Evd’den Esved adında bir şahıs, kılıcını Beni Neşhel b. Darim’den bir adam aldı.”
“Ömer b. Sa’d “Kim atıyla Hüseyin’in cesedi üzerinden geçmek ve atın atının ayaklarıyla üzerine basmak ister?” dedi. Bunun üzerine aralarında İshak b. Hayve el-Hadrami’nin ve Ahbeş b. Mersed b. Alkame’nin bulunduğu on kişi bu işi kabul ederek Hüseyin’in cesedini atlarıyla çiğnediler ve göğüs ve sırtının kemiklerini kırdılar.”
Kime yapılırsa yapılsın, bu ne biçim vahşet? Nasıl bir yağmacılık?
“Kız kardeşi Zeynep Hüseyin’in cesedinin yanından geçerken şöyle yakardı: “Ey Muhammed’im! Ey Muhammed’im! Semanın meleklerinin salat u selamı senin üzerine olsun. İşte Hüseyin, çölde kanlar içinde organları kesilmiş, Ey Muhammed’im, senin kızların esir bulunuyor, senin zürriyetin öldürülmüş ve saba rüzgârı onların üzerine toprağı savuruyor!”
İktidar hırsı gözlerini bürüdüğünde umurlarında mı öldürdüklerinin kimin oğlu, kimin kızı olduğu?
Babasının oğlu Ziyad’ın oğlu vali Ubeydullah Hz. Zeynep yanına getirildiğinde diyor ki:
“Allah, azgın adamın ev halkının asileri ve baş kaldıranlarının başına gelenlerden dolayı içimi ferahlattı.”
Hz. Hüseyin’in oğlu Ali’ye soruyor: “Adın ne?”
“Adım Ali b. Hüseyin.”
“Allah Ali b. Hüseyin’i öldürmedi mi?”
“Benim Ali adında bir kardeşim vardı insanlar onu da öldürdü.”
İbn. Ziyad:
“Onu Allah öldürdü.”
Cinayeti sen işle, katliamı sen yap, sonra Allah öldürdü de.
Benzer bir tavır Yezit’e de isnat ediliyor. Ali b. Hüseyin’e hitaben:
“Ey Ali! Baban benimle akrabalık bağını kesti, hakkımı bilmezden geldi ve iktidarım konusunda benimle çekişti. Bu sebeple Allah ona gördüğün gibi muamele etti.”
Yezit’ten her şey olup bittikten sonra Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden memnun olmadığına dair ifadeler sadır oluyor.
“Vallahi muhatabı ben olsaydım benden ne isterse verirdim. Ne var ki gördüğün gibi Allah takdirini icra etti.”
Yanlış bir kader anlayışının tesis edilmesinde bilhassa Yezit döneminde işlenen bu gibi zulümlerin sorumluluğunu Allahu Te’ala’ya yükleme çabasının büyük etkisi olduğu da tarihi bir gerçeklik.
Taberi Tarihi’ni (Ankara Okulu) Türkçeye çeviren Cemalettin Saylık’ın Yezit’in ifadeleriyle ilgili notunu aktarayım:
“Her şey bittikten sonra Yezit’in bu tür ifadeler kullanması onu temize çıkarmaz. Zira bu cinayeti gerçekleştirenlere of bile dememiş ve onlar zulümlerini devam ettirmişlerdir.”