Yeşilleri nasıl bilirsiniz?
Hani şu çevreni temiz tut yeşili koru diye ortalıkta dolaşanlar mı?
İyidirler herhalde. Kimseye bir zararları yok.
Gerçi, yeşilliğin içine bir otel, bir AVM inşa etmeye kalktığında itiraz ediyorlar. Kaz dağında ormanı usturayla kafa tıraş eder gibi kestiğin zaman homurdanmaya başlıyorlar. İkizdere’de Mehmet Cengiz’e taş sökmek için ormanı kesmek istediğinde gürültü çıkarıyorlar.
Ama çok önemli değil. Allem edip kallem edip dediğimizi yaptırıyoruz.
Şimdi nereden çıktı bu yeşiller?
Bir siyasi hareket olarak dikkatimi çekmeye başladı. Almanya’daki Yeşiller koskoca Hristiyan Demokratları, Sosyal Demokratları geçerek birinci parti olmuş. Eskiden anca üç beş milletvekili alırlardı. Şimdi ‘yeşil başbakan’ bile çıkarabilirler.
Almanya’da rağbet gören bir hareket Avrupa’nın başka yerlerine de sirayet edebilir.
Dünyayı öyle hor kullanıyoruz ki, bu hor kullanma, Marmara’daki müsilaj gibi, Karadeniz’de taşan, ev ocak yıkan dereler gibi, denizden karaya doğru yürüyen hortumlar gibi, Hindistan’da bir günde otuz kırk kişiyi öldüren yıldırımlar gibi, tabiatın isyanı niteliğindeki hadiseler sebebiyle insanların dikkatini çekebilir. Bir gün bizde de yeşil siyaset taban tutturabilir.
Bizde tutmaz. Biz kebapçıyız. Yeşilliği kebabın yanında bulundururuz.
Lokantaya gittiğimizde garson bize yeşillik getirse ve kebabı getirmese garsonla kavga ederiz.
Gayemiz kebaptır.
Bize yüksek siyaset yakışır. Büyük olacak, iddialı olacak. Birkaç adımda dünyanın tamamını değilse bile önemli bir kısmını kurtaracak.
Solculuk mesela. Halkların kardeşliği. Eşitlik. Proleter diktatörlük. Faşizme karşı omuz omuza.
Milliyetçilik. Biz herkesten iyiyiz ve bizim bizden başka dostumuz yoktur. Gerçi başka iyiler de olabilir ama evvela biz.
‘İslamcılık.’ Kula kul olmamak. Hak, adalet, merhamet. Mahsus tırnak içine aldım. İslam’la aynı şey olmadığını hissettirmek için.
Ve bunların hepsinin kimi yumuşatılmış, kimi sertleştirilmiş, kimi ılımlı kimi ılımsız versiyonları.
Söylerken dile güzel geliyor. Kulağa hoş geliyor.
Sorun, anlatsınlar. Araya girmeyin ama, bırakın rahat rahat anlatsınlar.
Herkes kendi ideolojisini güzel anlatıyor. Dikensiz gül bahçesi. Sınırsız bir mutluluk. Yüksek bir ahlak.
Sıra uygulamaya gelince anlatıcının yüzü değişiyor.
Suratı asılıyor. Kaşları çatılıyor.
Merhamet ortadan kayboluyor, bir yere sıvışıyor.
Ahlak, demagogun pişkinliğinden utanıyor, sırroluyor.
Adalet, gözlerindeki bandajı söküp atıyor. Adam seçmeye başlıyor.
Eşitlik?
Herkes eşittir ama, müsaadenle ben biraz daha eşitim.
Sana ucuza dört dörtlük bir telefon vadeden, parayı ödedikten sonra telefon yerine paketten çıkan takozu görünce isyan ettiğin tatlı dilli pazarlamacılar gibi.
Reklamlar güzel. Dinlerken ferahlıyorsun. Siparişi veriyorsun, geliyor.
Paketi açıyorsun, çalıştırıyorsun, çalışmıyor.
Hatta bazen elinde patlıyor.
Reklamlar, propagandalar hep yalan çıktığına göre...
Yüksek siyaset, yüksek idealler, gücü eline geçirinceye kadar kullanılıp sonunda çöpe atıldığına göre...
Yeryüzünü ve gökyüzünü temiz tutmaya, denizlerdeki hayatı korumaya, mahlukata merhamet etmeye öncelik veren bir siyaset neden karşılık bulmasın?
Yüksek siyasetten sıtkı sıyrılanlar için bir seçenek oluşturabilir.
İçinde bir art niyet, bir gizli gündem olmayınca oy bile verilebilir.
Türkiye’de birkaç kez kuruldu Yeşiller Partisi. Sonra kapandı veya Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
Geçen sene Eylül ayında yine kuruldu.
Evrakları tamammış. Müracaatlarını yapmışlar. Fakat İçişleri Bakanlığı tüzel kişilik kazanmalarına henüz müsaade etmemiş.
Neden müsaade etmediği bilinmiyor.
Yeşil Partililer de bilmiyor çünkü bir açıklama yapılmamış.
Bence kurulsa siyaset renklenir.
Gerçi kurulduktan sonra onların da -ötekiler gibi- renklerinin bozulma ihtimali, ambalajın içinden ummadığımız bir nesne çıkma ihtimali var.
Ama bunu kurulmadan bilemeyiz.