Bir yaz gecesi. Trabzon Düzköy’de bizim mahallede amcamların kapısının önünde oturuyoruz.
Bizim köylerde nadirattandır ama hava açık. Ay yarım aydan biraz fazla ve pırıl pırıl. Etrafta ışık olmadığı için yıldızlar da berrak.
Kim sordu hatırlamıyorum. “Ay nasıl bir büyüyüp tekerlek gibi oluyor, sonra inceliyor?”
Ortaokul yıllarım. Aklımın erdiği kadar anlattım.
“Ay dünyanın etrafında dönüyor, dünya da güneşin etrafında dönüyor. Ay ışığını güneşten alıyor. Dünyanın etrafında dönerken dünyanın gölgesi ayın üzerine düşüyor. O gölge yüzünden ay büyüyüp küçülüyor. Büyüyüp küçülmüyor aslında, karanlıkta kalan tarafını biz göremiyoruz.”
“Şaştım!” dedi, Mehmet Ali amcamın eşi Nezire yengem.
“Niye şaştın?” dedim.
“Dünyada neler olurumuş da habarımız yoğumuş” dedi.
Hoşuma gitti böyle demesi. Dediklerime inanıyordu en azından.
Rahmetli dedemle bu konuları tartışırdık. O, dünyanın döndüğüne inanmazdı. Dünya dönse, Kesikbaş Emin’in evi akşamdan sabaha yer değiştirmesi lazım. Ne zaman baksam aynı yerde” derdi.
İnsanların aya gittiğine inanmazdı. Daha doğrusu inanmamaya çalışırdı.
Anlatırdım. “Bak, Amerikalılar gittiler, ayda yürüdüler, geldiler. Naklen yayınladılar, hepimiz seyrettik.”
“Size başka bir resim göstermişlerdir” dedi, “Ay’a gidemezler. Ay Allah’ın bir nurudur.”
Dedemi ikna etmek için aklımın erdiği kadarıyla bir şeyler söylüyorum. En kuvvetli delil Kur’an-ı Kerim. İnsanların bir kuvvet ile semaya çıkabilecekleri Kur’an’da yazıyor.
“Çıkıyorlar işte” diyor dedem, “Uçaklar gökte dolaşıyor.”
Dedemi ikna etmeyi başaramadım. Başka bir gün dedem, benim söylediklerimin doğru olabileceğini itiraf etti. Ama direniyordu.
“Oğlum, kitaplarda gördüm, inanmak günah diye yazıyor. İnanmamak günah diyene rastlamadım. O yüzden inanmıyorum.”
Düşünüyorum da... Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin uzay çalışmalarını anlatırken, Ay’a astronot göndereceğimizi söylerken dedem sağ olsaydı da dinleseydi, inanır mıydı?
İnanmazdı gibime geliyor. Çünkü gerekçesi itikadi. Türkiye’nin bunu başarıp başaramayacağı ikincil bir meseleydi dedem için. O, Amerikalıların gittiğine de inanmıyordu.
Nezire teyzem inanırdı muhtemelen. Çünkü itikadi bir mania yok inanmasına.
İtikadi bir maniası olmayanlar Türkiye’nin bunu başarıp başaramayacağı konusunda ihtilafa düşebilirler.
Heyecanlı bir şey, insanların uzayda dolaşması, Ay’a ayak basması, Mars’a alet edevat göndermesi.
Türkiye’nin uzay çalışmaları yapmak, uzaya uydular göndermek, Ay’a gitmek gibi bir vizyon ortaya koyması da güzel.
Gerçekçi bir vizyon mu?
Bir gün gerçek olabilir. Tasavvur edince de yapamayabilirsin ama tasavvur etmeyince hiç yapamazsın.
Yukarılara çıkınca aşağıdaki ayrıntılar görülmüyor. İnsan yapımı hiçbir şey görülmüyor.
Çin seddi ve Mısır piramitleri dahil.
Uzaya giden ilk Çinli astronot Yang Liwei Çin seddinin uzaydan görülmediğini söyleyince Çinliler çok kızmışlar. Kızmışlar ama, Çin seddinin uzaydan göründüğü bilgisini okul kitaplarından çıkarmışlar.
İnsan yapımı hiçbir şey görülmüyorsa yerdeki durumumuz da görülmüyordur.
Yeni anayasa, reform, hak, hukuk, adalet tartışmaları...
Bu kavramların duruma göre sürekli yer değiştirmeleri...
Siyasi ahlak, şeffaflık, kuvvetler ayrılığı... (Kuvvetler ayrılığı yerden de görülmüyor.)
Siyasilerin birbirleriyle didişmeleri, Muharrem İnce’nin parti kurması...
İşsizlik, milli gelir, pahalılık, iç borçlar, dış borçlar, İstanbul’un trafiği...
Salgınla mücadele, aşılarımız...
Polemiklerimiz, lafı gediğine koymalarımız... Nalıncı keseri gibi hep kendimize yontmalarımız.
Hiç biri...
Uzaydan görünmüyor ama yerden görünüyor.
Uzay vizyonu güzel olabilir. Önemlidir de, ciddi adımlar atılabilirse.
Ama şu anda yerdeyiz.
Ve şu anda yerde nasıl olduğumuz istikbalde uzayda nasıl olacağımızdan daha önemli.
Nasılız, iyi miyiz yerde?
İyi olsaydık herhalde yeni anayasa lazım olmazdı bize.