Binali Yıldırım, Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken, İstanbul Deniz Otobüsleri AŞ’nin Genel Müdürüydü.
Ulaştırma Bakanı olduktan sonra, Yeni Şafak’ın Ankara temsilciliğinde kahvaltılı bir röportaj yapmıştık. Doğru mu? Kahvaltılı röportaj?
Şöyle diyelim. Binali Bey’i kahvaltıya davet etmiştik. Kahvaltıda röportaj yapmıştık.
Orada, demiştim ki, “İstanbul’un ulaştırma bakanıydınız. Şimdi Türkiye’nin ulaştırma bakanı oldunuz. İntibak sıkıntısı olmamıştır herhalde.”
Bu sorudan hoşlandığını hatırlıyorum.
İstanbul’un ulaştırma bakanlığı, bir ülkenin ulaştırma bakanlığından az değil.
Biyografilerde Yıldırım’ın 11 yıl ulaştırma bakanlığı yaptığı yazıyor.
İstanbul’u sayarsanız, belki 15 yılı geçmiştir.
Binali Yıldırım’ı sürekli bir şeyler yaparken gördük. Sık sık da başında baretle...
Deniz otobüsleri, kabotaj kanununu biraz da zorlayarak sadece İstanbul’un değil, tüm Marmara bölgesinin ulaşımına hem kalite hem zenginlik kazandırmıştı.
Bakanlığı döneminde yükselen bir hizmet grafiği. Hem de çok hızlı yükselen bir grafik.
Başka türlü bir Türkiye olduk, ulaşım ve iletişimde. Sınıf atladık.
Şimdi, Binali Yıldırım, Başbakan olacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Davutoğlu dönemine nazaran daha doğrudan bir yönetimi sağlamak için uzun yıllar birlikte çok uyumlu çalıştığı Binali Yıldırım’ı tercih etti.
Tercih, sahada müspet ve menfi m uhtelif yorumlara tabi tutulabilir.
Yıldırım, icracı yönüyle temayüz etmiş bir şahsiyet. İnşaatlar, taahhütler, yollar, geçitler, tüneller...
Binali Yıldırım’ın tercih edilmesi, ‘icrai’ vasıfların öne çıkıp, AK Parti’nin ideolojik karakterinin artık AK Parti’nin ‘şahs-ı manevisinde mündemiç’ olması anlamına mı geliyor?
(Elbette, Binali Bey’in ideolojik kişiliği var. Fakat dediğim gibi, icra tarafı daha baskın.)
AK Parti, bu yaklaşımlara, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok bariz ve çok etkili siyasi niteliklerine vurgu yapan bir izahla mukabele edecektir.
Bu izah, şu anda yeni bir safhasına ayak bastığımız ‘yeni durum’a uygundur.
Erdoğan’ın ‘kefaleti’ parti tabanında kabul görür.
Yeni durum ne?
Daha önce değinmiştim. Defalarca da yazmıştım.
Cumhurbaşkanı’nın halk oyuyla seçilmesi, rejimin çok önemli bir vasfını değiştirmiştir.
‘Doğrudan oy’un, yönetimde doğrudan etki yapması kaçınılmazdır.
İdrak ettiğimiz yeni dönem, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği 10 Ağustos 2014’te başlayan ‘fiili başkanlık’ rejiminin daha ileri bir aşamasıdır.
Ne diyor Yıldırım? ‘Tam uyum.’
Artık, AK Parti’nin kurucu genel başkanı, tabii lideri, ideolojik ve icracı bütün vasıflarının en üst düzeydeki mümessili Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’yi daha doğrudan yönetecektir.
Artık, icranın başı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.
Gelelim, siyasi gerçekliğin bir diğer boyutuna...
Bayar-Menderes, Özal-Akbulut, Demirel-Çiller eşleştirmeleri şimdiki durumu asla yansıtmaz.
Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçtiği yıllardan beri, bir siyasi hareketin ulaştığı en yüksek iktidar seviyesi budur.
Kuvvetli bir meclis çoğunluğu ve yüzde 49,5 oy desteği.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aldığı yüzde 52 oy da ‘en yüksek iktidar seviyesi’nin bir dayanağıdır.
Hiç kimse bu kadar iktidar olamamıştı.
Fakat unutmamak lazım, bu, aynı zamanda ‘çok yüksek bir sorumluluk seviyesi’dir.
Yakın siyasi tarihimizde hiç şahit olmadığımız kadar yüksek...
Büyük iş. Zor iş.
Allah utandırmasın.