1971’deki 12 Mart darbesinde çocuktuk. Orta mektep sıralarındaydık.
Etrafta neler olup bittiğini az çok anlayabilirdik.
“Anarşist” kelimesi o yıllarda çıkmıştı. Rahmetli dedem ve onun muhitindeki bütün insanlar anarşist kelimesini telaffuz edemedikleri için “Anaşıt” diyordu. Sonraları bu kelime piyasadan çekildi, terörist kelimesi yerleşti.
Bizim kuşağın tepesine çöken darbe 12 Eylül darbesiydi.
Bu darbenin ‘Atatürk’ü biraz muhafazakardı. Sağcısı da solcusu da ‘İslamcı’sı da büyük darbe almıştı 12 Eylül’de. En çok solcular. Sonra sağcılar, sonra ‘İslamcı’lar.
‘İslamcı’yı mahsus tırnak içine alıyorum. Bu kelime maksadı birebir karşılamıyor ancak insanlar neyin kastedildiğini anlıyorlar.
‘İslamcı’ tabir ettiğimiz muhiti esas hırpalayan, sarsan ama bir taraftan da bileyen darbe 28 Şubat’tı.
Yine ‘Atatürk’ vardı bir darbe bahanesi olarak ama bu kez 12 Eylül’dekine nispetle fazlasıyla laik bir Atatürk.
Kızlar başörtüsüyle okullarına gidemiyor.
Saçma değil mi?
Aynı düşünceyi taşıyorsun, ama erkek olduğun için okula da işe de gidebiliyorsun.
Aslında tam bir maçoluk.
Kadınların bir bölümünün bu zontalığı desteklemesi, alkış tutması da ayrı bir garabetti.
28 Şubatçılar hiçbir şeyden utanmasalar bile kadınlara yaptıkları bu kabalıktan dolayı utanmalılar.
Katsayı uygulamaları, İmam-Hatip okulu talebelerine reva gördükleri rencide edici muameleler.
Bu çirkinliklerin hepsi medyanın ağırlıklı kısmında taraftar buldu.
Sayısız köşe yazarından, “Aslında ben yasağa taraftar değilim” mealinde bir cümleyle başlayıp yasağın lüzumlu olduğunu anlatan paragraflarla biten sayısız makale okuduk.
Medyayı ve yargıyı çok kullandılar 28 Şubatçılar.
Medya ve yargı itaatte kusur etmesin diye, ‘zinde kuvvet’ler, bütün milletin gözü önünde bu iki ‘kuvvet’e brifingler verdiler.
Yargı da aldığı brifingin hakkını verdi.
Kapat dedikleri partiyi kapattı.
28 Şubat darbesinde işbirlikçilik yaptıkları için halkın gözünde sıfırı tüketmiş olan siyaset sahasında kendilerine alternatif olabileceğini düşündükleri o dönemin İBB başkanı Erdoğan’ı da hapse atıp siyasi yasaklı yaptılar.
Sonuçta berbat bir şeydi 28 Şubat. Hukukun, adaletin alabildiğine çiğnendiği bir zulüm dönemiydi.
Ezildik. Yaralandık. Her birimizde 28 Şubat’ın yara izleri vardır.
O dönemde muhafazakâr muhitler hukuk, adalet kavramlarını başka dönemlerde kullandıklarından ziyade kullandılar.
Bir bakıma, hukukun, adaletin lüzumunu, bunlara olan ihtiyacı daha bariz bir şekilde fark ettiler.
Bunu önemsiyordum.
Belki bu farkındalık, yaşanarak alınmış bir öğüt gibi muhafazakâr kitlelerin hafızasına yerleşir diye ümit ediyordum.
Ümit ettiğim gibi olduğunu söyleyemem.
Sanki aynı insanlar o gün lazım olan hukuka bugün artık ihtiyacımız yokmuş gibi davranıyorlar.
Onlar 28 Şubat’ta bize az çektirmemişti söylemi oldukça yaygın.
O günlerin yani şiddetli bir 28 Şubat operasyonunun bugünleri hazırlamak için icra edildiğine dair senaryoların yazıldığına rastlıyorum.
Bir nevi komplo teorisi.
İnanan inanır, herkesin kendi bileceği bir iş.
Komplo teorisi yerine şöyle düşünmek bana daha tutarlı geliyor.
Hani ok atarsın, yayı gerersin, gerersin, bırakırsın.
Ne kadar çok gerersen ok o kadar uzağa gider.
28 Şubat’ta ettikleri kötülüklerle yayı çok fazla gerdiler.
Sonra ne oldu?
Ok uzağa gitti. Hala da gidiyor.
Fakat bugünün idaresi de başka bir yayı geriyor.
İnsanlar, yerçekimi kanununu ya da başka tabiat kanunlarını tespit ettikleri kesinlikte toplumsal ilişkilerin kanununu tespit edemediler.
İnsan, başka yaratılmışlar kadar kolay ölçülemiyor çünkü.
O yüzden, şu anda yay çok fazla gerildiği için kiriş bırakıldığında ok yine, bu kez aksi istikamette, çok uzağa gidecek diyemiyorum.
Ama giderse kimse şaşırmasın.