İşte, gidiyor Ramazancığımız.’ Rahmetli anneciğim çok derdi, ‘Ramazancığımız.’
Bir daha ya nasip!
Oruç, öyle yerleşti ki bedenlerimize, hanelerimize...
Dikkat edin, Müslümanlar, oruçtan, çok sevdikleri, nazlarının geçtiği bir dosttan bahseder gibi bahsederler.
Şikayet ederler.
Mızmızlanırlar.
Öyle umuyorum ki, oruçluların mızmızlanmaları dua gibidir.
Oruç kısa olması lazımdı, doğuya gitsek kar mı ederdik, ekvatorda oruç kısaymış, kutupta tutmasan olur muymuş, şimdi yola çıksam seferi olur muyum falan derler...
Gerçekten, ekvatora yakın yerlerde, oruç, buralardaki gibi uzayıp kısalmaz.
Arap Yarımadası’nda veya o civarda mukim olanlar, yazın bizden bir buçuk iki saat kısa oruç tutarlar. Kışın da bir o kadar uzun.
Diyanet’in bize biraz uzun bir oruç tutturduğu düşüncesi de yabana atılmaz.
Ama, sağlığımız varsa, yarım saat erken, yarım saat geç, ne farkeder ki? Onu tutan onu da tutar.
Bunların çoğu ‘mızıldanma’dır.
Bizim adamlarımız, mızmızlanır da...
‘Ne mızmızlanıyorsun, zor geliyorsa tutma’ desen dinlemez.
Dinlemek ne kelime, hakaret sayar.
Oruçtan vazgeçmezler.
Bir tabii hadiseye tabi olmak gibidir, oruç tutmak.
Tabii hadise veya ilahi hadise... Tabii derken de, İlahi demiş olmuyor muyuz?
Fıtrata yani Allah’ın yaratışına uymak.
Baharı yaratan, merhameti yaratan, sabahı ve akşamı yaratan... Ramazanı ve orucu yaratan...
Cuma namazına gitmedik. Yine 40 sene evvel. (40, kesretten kinaye.) Melinoz’dayız. Niyeyse, laf yine oraya geldi. Mustafa Yılmaz’lardayız.
Mustafa’nın babası, Yusuf Amca, çarşıda bizi gördü. Biliyor Cuma’ya gitmediğimizi...
Dedi ki... “Allah’ın ekmeğini yiyorsunuz, namazını niye kılmıyorsunuz?”
Of şivesiyle söylemedi, biraz İstanbul’a yaklaştırarak söyledi.
Allah’ın ekmeği ve Allah’ın namazı... Ve Allah’ın orucu.
Hepsi ‘fıtrat’ yani ‘yaratılış.’
Tutan iyi de, ya tutmayı isteyip de tutamayan?
Onun Ramazan’ı, oruç tutanınkinden kat be kat zordur.
Oruçlu, yemeğe dokunamamaktan bir haz alır.
Orucu tutamayan, yemeğe dokunabilmekten bir hüzün.
Sanki, oruca dokunamamanın mahrumiyeti.
Ezan güzeldir. Allah yeryüzünden eksik etmesin. Eksik olduğu yerde, tamam etsin.
Ezan, iftar saatinde, sanki elinde bir bardak suyla, tabağında zeytinle gelir.
İşte, sonuna eriştik Ramazan’ın. Mübarek on bir aylar geliyor. Allah izin verirse yarın.
Elbette mübarek! Ramazan mübarek de, Receb, Şaban veya Şevval, mübarek değil mi?
Yarın sabah... Bayram namazından önce veya sonra...
Süleymaniye’de çay ve simit olur. Sultanahmet’te de Zeki Ertürk bir şeyler getiriyordu.
İlk çay.
Varsa, ilk tatlı dilimi.
Sizi bilmem, ben heyecanlanıyorum ve bu heyecan, iftardakinden farklı. Biraz şaşkınlık içeriyor.
Sabah, yemek yiyebiliyoruz.
Yarın sabah!
Yarın Bayram. Ramazan Bayramı.
(Hümeyra Öktem’in sohbetlerinde sık sık ‘Şeker Bayramı’ geçiyor. Müslümanlar onu da kullanmış. Benim çocukluğumda çoğunluk Şeker Bayramı diyordu. Resmi adı da ‘Şeker’di. Ramazan, Ramazan, diye diye, yarım asırda değiştirdik. Şimdi lisanımız Ramazan’a alıştı.)
Babam, arkadaşlarına gönderdiği tebrik kartlarına ‘Iyd-i Fıtr’ diye yazardı. Fıtr Bayramı.
Zannetmeyin ki ‘fitre bayramı.’ Fitre tamam, ama bu daha derin.
Neredeyse, ‘Yaratılış Bayramı.’
Fitre’nin fitre olması dahi, ‘fıtrat’tan. Fitre, yaratılmış olma’ya teşekkürdür.
Dikkat edelim bayramlara. ‘Bayram’ deyip, ‘fitre’ deyip geçmeyelim.
Bayram edelim.
Allah, yaralı olanlarımızı, acılı olanlarımızı onarsın. Kalplerimize sekinet indirsin.
Bayram-ı Şerif’iniz Mübarek Olsun