'Vatandaşlık’ vatandaşı olduğumuz ülke ile ilişkimizi anlatıyor.
Yani biz, kadınız, erkeğiz, doktoruz hastayız, babayız, anayız, kardeşiz, sağcıyız, solcuyuz… İla ahir.
Ayrıca vatandaşız.
Lüzumu halinde bize sahip çıkması gereken bir ‘devlet’in nüfusuna kayıtlıyız.
Sahip çıkmak, bize eğitim imkânı sağlamayı, bireysel ve sosyal haklarımızı temin etmeyi, güvenliği, seçme seçilme hakkı vermeyi ve daha birçok şeyi kapsıyor.
Suç işlediğimizde bizi yargılamayı, suça maruz kaldığımızda hakkımızı ihkak etmeyi de kapsıyor.
Bizden vergi almayı, aldığı vergiyle bize hizmet etmeyi de…
Bu hizmetin bir ‘kalite’si olması lazım. İyisi, kötüsü, vasatı, sağlamı, çürüğü…
Sağa sola bakındım… ‘Vatandaşlık kalitesi’nin bir endeksi var mı? Vatandaşlık kalitesi ölçülebilen bir şey mi?
“Quality of Nationality Index diye bir şey buldum. 2017’de Dimitri Kochenov ve Christian Kalin tarafından yayımlanmış.
‘Nationality’ burada daha çok bir ülkenin ya da devletin uyruğu olmakla ilgili.
İnsani gelişme, ekonomik güç, barış ve istikrar gibi, indeksteki puanınıza yüzde 40 etki eden dahili parametreleri var. Bir de seyahat ve yerleşme özgürlüğüyle ilgili harici parametreler.
Bu endekste Fransa 83,5 puanla birinci. Hemen arkasında Almanya ve Hollanda var, puanları 82,8.
Türkiye 37,7 puanla 97. Sırada.
Bir başka haberde Türkiye’nin 2018’de 76. Sıraya çıktığını gördüm.
Bir de “Global Passport Index” okudum. Adı üstünde, pasaportunuzun gücünü ölçüyor.
1. Sırada İsveç var. Hemen arkasında Finlandiya. Biz 126. Sıradayız.
Fakat benim aradığım bunlar değildi.
İndeksleri hazırlayanların kullandığı parametreler benim zihnimdeki ‘vatandaşlık kalitesi’nin sadece bir kısmına tekabül ediyordu.
OECD’nin “Better Life” endeksi bunlardan daha kapsamlıydı.
Sağlık hizmetlerinden seçimlere katılıma, istihdamdan gelirden alınan paya kadar birçok kriter değerlendirilmiş.
OECD bir sıralama yapmamış. Herkese puanlar vermiş. Biz, hemen bütün alanlarda OECD ortalamasının altındayız.
Bir-iki örnek veri paylaşayım: Türkiye’de 15-64 yaş arasındaki insanların yüzde 48’i bir işte ücretli olarak çalışıyor. OECD ortalaması yüzde 66.
Seçime katılım Türkiye’de yüzde 86, OECD ortalaması yüzde 69. Burada OECD’den çok iyiyiz.
Ama halkın karar alma süreçlerine katılımında kötüyüz.
Türkiye’de insanların kendilerini ilgilendiren düzenlemelerin oluşum sürecine katılım puanları 4 üzerinden 1,5. OECD ortalaması 2,1.
OECD’nin rakamları 2017’ye ait.
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtikten sonra vatandaşın katılım oranı çok aşağı düşmüş olabilir. Çünkü artık karar alma süreçlerine kimsenin katılması gerekmiyor.
Vatandaşlık kalitesi diye söze başlarken daha zengin bir malzemeyle düşünüyordum.
Sokağa çıktığımızda kaldırımlar nasıl? Yürüyebiliyor musunuz? Yoksa park eden arabalar yüzünden asfalta inmek zorunda mı kalıyorsunuz?
Bir satıcı tarafından aldatılma ihtimaliniz ne kadardır?
Polisle ihtilafa düştüğünüzde polisin size ‘lan’ deme ihtimali ne kadardır?
Bunlardan başlayarak yargıda insanlara eşit muamele yapılıp yapılmadığına… Yoksulla zenginin, sağcıyla solcunun aynı kriterlerle yargılanıp yargılanmadığına…
İdarenin yargıya müdahale katsayısına… Nüfuzu olanın kurtulup kurtulmadığına kadar birçok başlık düşünüyordum.
Mesela Soma’da 301 madencinin öldüğü patlamada sorumluların cezasız ya da hafif cezalarla kurtulması herhangi bir vatandaşlık indeksinde sıralamamızı etkiler mi?
Mesela bugünlerde dezenformasyon kanunu çıkarılıyor.
Kanunun kalitesi ya da kalitesizliği ayrı mesele… O kanun karşısında herkes, bütün gazeteciler eşit mi olacak?
Yoksa ‘bizimkiler’e ayrı ‘ötekiler’e ayrı muamele mi yapılacak?
Bir başlık daha vardı aklımda. Hatta bu yazıya onu yazmak için başlamıştım.
Vatandaşın seçimler vasıtasıyla iktidarı belirleyip belirleyememesi vatandaşlık kalitesini ölçebileceğimiz parametrelerden biri olabilir mi?
Bence olabilir.
Bu konuya biraz çalışalım.