“Hazırladıktan sonra valiziniz hep yanınızda mıydı? Bir süreliğine de olsa bir yere bıraktınız mı?”
Buna benzer sorular.
Nerede?
Havalimanında.
Nereye giderken?
İsrail’e giderken.
(ABD’ye giderken de soruluyor.)
Tel Aviv’e vardığınızda da valizinizi genişçe bir masanın üstüne döküp iğneden ipliğe arıyorlar.
Kudüs’te dolaşırken de toplumdaki güvenlik endişesini her adımda görebilirsiniz.
Otobüs duraklarında canına tak etmiş bir Filistinli otomobiliyle durağa dalmasın diye dikilmiş kazıklar.
Mescid-i Aksa’nın civarında tekrar tekrar kimlik kontrolleri.
Dönüşte de sadece İsrail’in hava limanlarında rastlayabileceğiniz inceden inceye sorgu sualler.
“Niçin gelmiştiniz? Kimseyle görüştünüz mü? Kimseyle tanıştınız mı?”
Güvenlik için soruyorlar.
Bu bir külfet bir taraftan. Ama güvenlik için katlanırsınız.
Başka yerlerde niçin bu kadar ince eleyip sık dokumuyorlar?
Çünkü İsrail’in güvenlik sorunu daha ciddi.
Neden daha ciddi?
İsrail her gün insan öldüren bir rejim.
Batı Şeria’da Filistinliler’in burnunun dibinde yerleşim yerleri açıyorlar. Filistinliler’in topraklarını gasp ediyorlar.
Daha kurulurken yarıdan fazlasını gasp etmiştiler zaten.
Yine Batı Şeria’da “yerleşimci” diye adlandırdıkları eşkıya özgürce, bir takibata uğrama endişesi olmadan Filistinli silahsız komşusunu öldürebiliyor.
Akıllarına estikçe Gazze’yi havadan, karadan bombalayabiliyorlar.
Filistinlilerin evlerini dozerle yerle bir edebiliyorlar.
Plajda, sokakta, evde, hastanede çoluk çocuk demeden insanları öldürebiliyorlar.
Hele bu günlerde… 65 gün oldu son saldırılar başlayalı ve şehit sayısı yirmi bine ulaştı.
Çoğu çocuk ve kadın. Geri kalanı da sivil.
Bu kadar çok, bu kadar yoğun kötülük yaparsanız korkarsınız.
Neyden korkarsınız?
Kötülük yaptığınız insanların bir gün size misliyle karşılık vereceğinden.
Sizin yaptıklarınızı size yapabileceğinden.
Bu, zannediyorum İsrail’in genlerine intikal etmiş bir korkudur.
Nesilden nesile tevarüs edile edile toplumsal ve bireysel bir karaktere dönüşmüştür.
Yaptıkları kötülükler, zulümler, katliamlar bir taraftan onları çirkinleştiriyor.
Bir taraftan da içlerindeki korkuyu besleyip büyütüyor.
Korktukça daha çok kötülük yapıyorlar, daha çok kötülük yaptıkça daha çok korkuyorlar.
Evanjeliklerin bir gün, İsa aleyhisselam yeryüzüne dönünce Yahudilerin nihai olarak yok edileceğine dair bir itikatları var.
Zaten bunun için İsrail’i destekliyorlar.
Gelsinler, bir an önce Filistin’de toplansınlar, İsa Mesih gelince onları imha edelim.
Müslümanların kıyamet alametleriyle ilgili kitaplarında da benzer motifler vardır.
Bazı vaizler öyle teferruatlı anlatıyor ki şaşarsınız!
Bu düşünce, yani bir gün yok edilecekleri düşüncesi İsrail’in devlet aklına da sirayet etmiş olabilir mi?
Ya da saldırgan İsraillilerin ruhuna?
Bilmiyorum.
Aslında bu eskatolojik malumata ihtiyaçları yok.
Yaptıkları zulüm, katliamlar, vahşilikler içlerinde kemirgen, pis bir gelecek korkusunun teşekkül etmesine, bütün ruhlarını sarmasına yetecek kesafettedir.
İzzettin Kassam tugaylarının 7 Ekim’de gerçekleştirdiği Aksa Tufanı akıbet korkusunun bir fragmanı gibi tesir etmiş olabilir İsrail’in ruhuna.
75 yıllık zulme tek bir günlük cevap… Şimdiye kadar hiç böyle korkmamıştılar.
On yıl sonra, yüz yıl sonra, bir gün bunun daha korkuncuyla karşılaşabileceklerine dair bir fikri sabitleri var.
O yüzden daha ölçüsüz, daha vahşi saldırıyorlar.
Vahşetleri büyüdükçe korkuları büyüyor.