Rahmetli Mehmet Ali dedem sanatkâr adamdı.
Hayır hayır, müzikten, resimden pek anlamazdı. (Haksızlık etmeyeyim, biraz kaval ve kemençe çalardı. Sanatkarane yapılmış bir caminin duvarındaki taşlara ellerini sürüp, “Aah, bunu yapan eller” diye iç çektiğine ben tanık oldum.)
Anladığı şeyler daha çok ‘zenaat’ türünden işlerdi.
Sepet örerdi mesela. Fıçı, külek yapardı. Dayılarıma pantolon gömlek, eğer dikmeye gönlü varsa, dikebilirdi. Demir dövebilirdi. Duvar örebilirdi. Ayakkabı tamir edebilirdi.
Bu işleri nadiren meslek gibi yapardı. Bir defasında tek katlı bir evin taş duvarını para karşılığında ördüğünü iyi hatırlıyorum. Kendi evinin taş duvarını da örmüştü. (O evin taşını topraktan dedemle birlikte söktüğümüz için bunu daha iyi hatırlıyorum.)
Bir kusuru vardı. Tembeldi.
Bir gün, büyükanam Havva Hanım’la birlikte bir tren yolculuğundayken dedemin diğer yanındaki koltukta oturan adam dedeme “Efendi, ne iş yaparsın” diye sormuş.
Büyükanam dedemden önce cevap vermiş.
“İş yapmaz, akşama kadar postun üstünde yatar.”
Postun üstünde saatlerce yatma sanatını dedem kadar iyi beceren bir kimseyle karşılaşmadım.
Dedem, yaz günlerinde, öğleye yakın namaz kıldığı postu harmandaki armut ağacının gölgesine serer.
Başı ve omuzları armut ağacının gölgesine rast gelecek şekilde postun üstüne yüzüstü yatar.
Armudun gölgesi yer değiştirdikçe postun konumunu tekrar gölgeye göre ayarlar. Lüzum ettikçe abdest alıp aynı postun üstünde namaz kılmak için ‘postun üstünde yatma’ eylemine ara verir, namaz bitince kaldığı yerden devam eder.
Tabii ki çalıştığı zamanlar da oldu. Çift sürdüğünü, fındık ameleliği yaptığını gördüm mesela.
Böyle böyle, yoksul bir adam olarak hiç haram yemeden, hiç hasta olmadan 96 yıl yaşadı.
Dayılarım kendisine yaşlılık aylığı bağlatsın diye birkaç kez ısrar ettiler.
İhtiyacım yok dedi, helal olmaz dedi, reddetti.
Şimdi yok öyle adamlar. Ya yok ya da çok nadir.
Nasıl adamlar var?
Yeni Türkiye’nin, Türkiye Yüzyılı’nın adamları var.
Kıyafeti düzgün, çoğu zaman kravatlı, çok şişman değil, hafif göbekli.
Ne iş yaparlar?
Postun üstünde mi yatarlar?
Hayır, çoğu zaman lüks otellerde yatarlar. Lüks otomobillerle gezerler.
Laf yaparlar.
İş bağlarlar.
Değişik deniz ve kara mahluklarıyla pişirilmiş yemeklerin başında ellerinde kaşık çatal poz verirler. Ya da pahalı saatleri ve ayakkabılarıyla arz-ı endam ederler.
Her şeyin en hakikisini, en organiğini, en uzaktan getirilenlerini yemeleri meşhurdur.
Yukarıda tanıdıkları vardır ya da öyle bir izlenim verirler.
Ankara’nın mutena semtlerindeki cemiyet ortamlarında boy gösterirler.
Maharetlidirler, sepet öremezler fakat insanların başlarına çorap örebilirler.
Ya da bir ihalenin size verilmesini sağlayabilirler.
Böylece hem kendilerine hem de ihaleyi vermekle vazifeli makama para kazandırmayı başarabilirler.
Ankara’da, İstanbul’da ve başka şehirlerimizde böyle binlerce tosun var.
Kendilerinin bir iş yapmadan maaş alabilecekleri bir resmi göreve atanmalarını sağlamakta başarılıdırlar.
Huzur hakkı alabilecekleri toplantılara atanmanın yolunu bulmakta güçlük çekmezler.
Kötü bir şey oldu önceki gün, katıldıkları toplantılarda aldıkları huzur hakkının 98 bin lirayı geçmesi tasarruf tedbirleri kapsamında engellendi.
Yazık oldu boncuklu çocuklara. Mağdur oldular!
98 bin ne ediyor?
Beş buçuk asgari ücret 7,8 tane de emekli maaşı ediyor.
Yani sen her gün sabahtan akşama kadar çalışacaksın. Bunu bir ay boyunca aksatmayacaksın. İşverenin sana ayın sonunda 17 bin lira verecek.
Öteki, analarından kadir gecesinde doğmuş tosuncuklar zahmet edip ayda ya da on beş günde bir defa bir yönetim kurulu toplantısında vücutlarının nazik bir kısmıyla bir sandalyeyi işgal ettiği için 98 bin lira alacak.
Şimdiki zamanın adaleti bu.
Peki bunların beka meselesiyle, bayrağın inmemesiyle, ezanların susmamasıyla alakası var mı?
Olmaz olur mu? Enerjinin sakınımı kanunuyla bile bunların alakası var.
Tosunların sakınımı kanunu.