Eskiden sorarlardı. ‘Cemaat okulları hakkında ne düşünüyorsun.’
Birinci yaklaşımımız, fahiş bir yanılgının, arkasında iyi niyet olan büyük bir gafletin senedi gibiydi.
“Bunlar Türk okulları. Bulundukları ülkelerin kalburüstü adamları çocuklarını bu okullarda okutuyor. Bu okullarda okuyan insanlar ileride Türkiye lobisinin unsurları olurlar. Şu halde, iyi bir şey.”
Zamanla feci bir şekilde çuvalladığımızı anladık.
Evet. Bir lobi oluştu. Fakat, düşündüğümüzün aksine, Türkiye aleyhtarı yaygın ve kullanışlı bir lobi.
İkinci bir yaklaşımımız da vardı.
Kendi payıma söyleyeyim. Şu sözleri sarf ettiğim çoktur.
“Sana para verseler... Kaç para lazımsa beş milyon dolar, on milyon dolar... Gidip Meksika’da, Almanya’da, İtalya’da okul açabilir misin?”
“Elin memleketinde okul açmak, sadece parayla, ‘himmet’le yürüyecek bir iş değil. Hepsini rüşvetle yapamazsın. Hem rüşvete para yetiştiremezsin hem de o ülkeler bunu yapmana izin vermezler.”
“Mutlaka uluslararası destek gerekir. Bilmiyorum, CIA mi, Mossad mı? Ama küresel bir destek var.”
Birinci varsayımımız, bir küresel destek vaki ise de, bu mekanizmanın Türkiye aleyhine kullanılma ihtimalini göz ardı ediyordu.
Muhayyilemiz kötülüğün bu derecesine ulaşmıyordu. Hayat, en akıl almaz ihtimalleri döve döve kafamıza soktu.
‘Okullar’ diyoruz değil mi? Eksik...
Ecnebi istihbarat örgütleriyle, medya kuruluşlarıyla, akademik alemle kurulmuş ilişkileri ve bu ilişkiler sayesinde elde edilen kamuoyu oluşturma, algı üretme kapasitesini ihmal ediyoruz.
Bizler, ‘bizim’ dediğimiz kuruluşlar, buna devlet de dahil, bir sürü alana, o alanda nasıl olsa Fetöcüler var diye, girmeye teşebbüs etmedik.
Hemen hiç birimiz, mesela, uluslararası basın yayın kuruluşlarıyla temas bile kurmadık.
Fetöcüler başörtüsüyle ilgilenmiyordu. Başörtüsü ‘füruat’tı.
Allahu alem İmam-Hatiplere ve meslek liselerine uygulanan katsayı da ‘füruat’tı.
İmam-Hatipler bir nevi ‘darü’l harp’ti. Kendi propagandalarını yaparken ailelere “Çocuğunuzu İmam-Hatipe göndermeyin, size asi olurlar” dediklerini işitiyorduk.
Üniversite sınav sorularını çalabilen bir üçkağıtçı mekanizma ne yapsın katsayıyı?
(İmam-Hatip’le ilgili bir ‘sorun’dan söz edilebilir. Bu sorunu görüyorum. Yazarım da. Bir başka yazıda inşallah.)
Bu alanı boş bıraktıkları için, -Fetöcü olmayan- bazı sivil kuruluşlar Avrupa’da ve bazı Balkan ülkelerinde birkaç üniversite açtılar. Veya mağdur edilen gençlerin oralarda okumasına destek oldular.
Bizler, etkin oldukları alanlarda sanki Fetöcülere vekalet vermiştik.
Allah’a tevekkül etmezsen, böyle olur!
Şimdi o vekaletin sağladığı imkanları Türkiye’ye karşı kullanıyorlar.
Bugün Türkiye’de büyük bir sarsıntı geçirdiler.
Fakat, örgütün büyük kısmı zaten dışarıdaydı, bir kısmını da kaçırdılar.
Muhtemelen maddi varlıklarının da önemli kısmını yurtdışına çıkardılar.
Dışarıdaki örgüt yapısı eni konu devam ediyor.
Amerikan yargısıyla mesai yapıyorlar.
Batı medyasında makaleler yayımlıyorlar.
15 Temmuz’un ‘kontrollü bir darbe’ olduğu tezine Türkiye dışında bir piyasa buldular.
Derken, Türkiye’deki ana muhalefet de aynı dili kullanmaya başladı.
Savaş uçaklarının, tankların, makinalı tüfeklerin bir gecede 250 kişiyi şehit ettiği, Meclisi, güvenlik binalarını bombaladığı 15 Temmuz gibi ‘cürmü meşhut’tan bile tersine bir algı üretebildiler.
İstihbarat örgütleri, artık terör örgütlerini ‘vekalet savaşları’nda aşikare kullanıyor.
PKK ve Daeş gibi Fetö de her işe uygun, her ihale için müsait bir taşeron.
Dün, Sedat Ergin, Hürriyet’te MİT Eski Müsteşarı Emre Taner’in TBMM’ye verdiği ifadeyi yazmış.
Taner’in ifadesi, şu anda resmi güvenlik mekanizmalarının dışında olması hasebiyle ayrıca kıymetlidir.
Hepimizin biliniyor farz ettiği bir gerçeği dile getiriyorsa bile...
“Daha ötesi yok” diyor Taner, CIA’yi ima ederek, “Gizli servis var, gizli servisten alınan talimatlarla iş yürüyor.”
Bir taşerondan söz ediyoruz. Yabancı servislerin topraksız bir devlet gibi yönettiği, kullandığı ve kullanmaya devam ettiği bir taşerondan.
Ne kadar müteyakkız olsak azdır.