Faiz düşünce enflasyon düşer” lafını çok eskilerden hatırlıyorum.
Erbakan’dan birkaç kez duydum.
O zamanlar ‘devalüasyon’u Demirel’den öğrenmiştik ama ‘enflasyon’ kelimesi henüz yaygınlaşmamıştı. Zam, pahalılık gibi kelimeler kullanılıyordu.
Vatandaşın alışveriş yaparken ödediği parayı üçe bölüyordu Erbakan.
Ödediğin paranın üçte biri malın değeri, üçte biri faiz, üçte biri vergi.
“Biz iktidara gelince pahalılık bitecek” diyordu rahmetli, “Çünkü faiz olmayacak.”
Tırnak içindeki ifadeler yüzde yüz Erbakan’ın kelimeleri olmayabilir. 40 seneden fazla oldu, şimdi arayıp bulamam bir yerde.
Fakat Erbakan’ın teorisi böyleydi.
O yıllarda Türk lirası konvertible değil. Cebinde dövizle yakalanan hapse giriyor. Şimdiki gibi borsa da yok. İncirden, kuru üzümden, muzdan başka bir şey ihraç etmiyoruz.
Abarttım biraz.
Maden ihraç ediyoruz. Tekstil de ihraç ediyoruz. Ama bütün ihracatımız 2 milyar dolar civarında. İthalatımız da 4-5 milyar dolar.
Ekonominin şimdiki kadar girdisi-çıktısı yok. Hesap-kitap daha kolay.
Erbakan’ın teorisi kulağımıza hoş geliyor.
Evet, esnaf kredi alıyor, faiz ödüyor. Faiz ödemese malı daha ucuza alıp daha ucuza satacak. Böylece pahalılık bitecek.
Mantıklı.
Demirel niye bunu düşünemiyor?
Belki de faizci adam!
Erbakan’ın ‘teori’sinin o yıllarda memlekete bir maliyeti oldu mu bilmiyorum.
Belki de doğruydu teori, 70’lerdeki şimdikine nispetle çok sade, çok okunabilir olan iktisadi yapımız için.
Şimdi dünyayla çok içli dışlıyız, New York borsasında vurulan gong İstanbul’dan işitiliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 40 küsur yıl sonra bugün uğruna Merkez Bankası başkanlarını değiştirdiği teorinin Erbakan’dan miras kaldığını ve hiç güncellenmeden kullanıma sokulduğunu düşünebilir miyiz?
Çok sade bir teori. Tersini savunan iktisatçıların tezlerinden daha anlaşılır.
Anlamıyor musunuz kardeşim, faiz düşünce maliyet düşüyor, böylece fiyat da düşüyor.
Vatandaş ikna olabilir.
Yani geçim sıkıntısı çekmiyorsa, iktisattan haberi yoksa, döviz fiyatlarını takip etmiyorsa, çarşıya pazara çıkmıyorsa ikna olabilir.
Frene basınca arabanın yavaşlaması gibi… Fiyatların da yavaşlaması lazım.
Öteki teori karışık.
Tek cümlede özetlenemiyor. Birkaç aşamalı anlatman gerekiyor.
Faizi düşürürsen döviz yükselir, döviz yükselince ithal ettiğimiz malların fiyatı artar.
Sadece otomobilin, akıllı telefonların, elektronik eşyanın fiyatı artsa bir şey değil. Paran yetmez, daha az alırsın, keyfe keder.
Benzini, doğalgazı ithal ediyoruz. Döviz artınca onlar da artıyor. Onlar artınca üretimin maliyeti artıyor. Nakliye de artıyor.
Zamlar domatese, bibere, lahanaya kadar sirayet ediyor.
“Domatesi az ye” mi diyeceksin vatandaşa?
Dersin de… Ya vatandaş “Sen az ye” derse?
Bunların toplamından enflasyon oluyor.
Ayrıca, dünyanın etrafında yatırım için dolaşan yüz milyarlarca dolar senin ekonomine itimat etmiyor, senin ülkene gelmiyor.
Böylece cari açığını kapatacak yabancı para bulamıyorsun.
(“Tamam, söylüyoruz işte, dış güçler… Hepsini dış güçler yapıyor.”
“Abi senin de bir dediğin bir dediğini tutmuyor, hem dış güçler deyip ikide bir saldırıyorsun, hem adamlar bize para getirmiyor diye kızıyorsun.”)
Anlaşılan iktisadi hayatın Erbakan’dan tevarüs ettiğimiz son kullanma tarihi geçmiş teoriyi doğrulaması için bir müddet daha çalışacağız.
Çalışalım çalışmasına da… Geciktikçe teorinin maliyeti artıyor.
Birkaç yıl önce daha basit ilaçlarla tedavi edilebilecek olan hastalık yanlış tedavi yüzünden ağırlaşıyor.
Hastalık geleceği de borca sokuyor.
Her gecikme istikbaldeki reçeteyi daha da acılaştırıyor.
Üstelik hastalığın tamamı yerli ve milli üretim. Teorimiz dahil, hepsini kendimiz yaptık.
Daha doğrusu kendimiz bozduk.
Kendi bozduğumuzu düzeltemiyoruz.
Öyle diyorsun ama, bak, TÜİK açıkladı. Enflasyon çok artmamış. Yüzde 20’ye bile gelememiş. Yüzde 19,89’da kalmış.
Bu ne yazık ki Merkez Bankası’nın başarısını göstermiyor.
Enflasyonla mücadele vazifesinin Merkez Bankası’ndan sakıt olduğunu, vazifenin bundan böyle TÜİK tarafından deruhte edileceğini gösteriyor.