El öpmeye tabiatım pek müsait değil.
El öpmemek, bir saplantı mı? Ya da bir prensip?
Ne saplantı ne prensip.
Şu ifadenin kesinlik belirtir şekilde kullanıldığına ilk Diyarbakır’da rastlamıştım.
“Adetim degildir.”
Fakat, bazı arkadaşlarımda rastladığım gibi “İslamda el öpme yoktur” diye kestirip atacak kadar ‘rijit’ olmadım hemen hiçbir zaman.
Gelenek görenek var, aile terbiyesi diye bir şey var.
Derler ya, “ağaç kovuğundan çıkmadık.”
Bir hanede, bir ocakta doğduk büyüdük.
Buna uygun olarak, babamın, annemin ellerini tabii ki öperdim. (Babam çoğu zaman öptürmek istemezdi.)
Dedemlerin, büyükannelerimin ellerini de öperdim. Bir büyükannem sağ, hala öpüyorum. Köye yolum düştüğünde bana ısırgan topluyor. Allah onu daha çok yaşatsın. Onun kadar bereketli bir kadın tanımadım. Korkuyorum, o da göçerse kapılar bacalar kurur.
Annemin, babamın dostlarının ellerini hem de bunun bir güzel bir davranış olduğunu düşünerek, bana yakışacağını düşünerek öperim.
Gerçi onlar, bilhassa babamın arkadaşlarından hayatta olanlar, çoğu ilim irfan sahibi büyükler, el öptürmeye pek düşkün değiller.
Öğretmenlerimi bulabilsem, onların da elini öpmek isterim.
Yakın dostlarımın babalarını, annelerini görsem onların de ellerini tabii ki öperim.
Meğer ne kadar çok insanın elini öpüyormuşum!
Fakat siyasetçilerin elini öpmedim pek.
İlk gençliğimden beri bu böyle.
Mitinglerde, toplantılarda akranlarımın MSP lideri merhum Erbakan’ın elini öpmeye çabalamalarını yadırgardım.
Sonraları, bir düğünde miyiz? Yoksa bir resepsiyonda mı?
Kuyruktayız.
Vara vara Rahmetli Erbakan’ın huzuruna varacağız.
Bir arkadaşım, benden ileride, yani Erbakan’a benden önce ulaşacak.
Kuyruğun ileri tarafında insanların çoğu Hoca’nın elini öpüyor.
Arkadaşım sordu bana… “Öpecek misin Hoca’nın elini?”
“Hayır, öpmeyeceğim, sadece musafaha edeceğim.”
Okurlarımız bilir ama uzaktan gelenler için tarif edeyim; musafaha bir nevi tokalaşma, el sıkışma.
Sıra arkadaşıma geldiğinde Erbakan’ın elini öptü.
Erbakan’ın eli, herkes boyuna öptüğü için biraz yüksekte duruyordu.
Ben tabii ki öpmeden geçtim.
Erbakan’ın elini çok sonraları, Erbakan herhangi bir partinin genel başkanı değilken, siyaseten yasaklıyken, bir düğünde, yılların simasına yerleştirdiği derin izlere baktım, ‘pir-i fani olmuş, artık eli öpülür’ diye düşündüm, öptüm.
Elini öptüğüm ikinci siyasetçi iki gün önce Rahmet-i Rahman’a rıhlet eden Recai Kutan’dır.
Hayır, bakan olduğu yıllarda değil. Tahmin edileceği gibi Fazilet Partisi’nin ya da Saadet Partisi’nin genel başkanlığını yaptığı yıllarda da değil.
Çok sonra.
Tarihine baktım, 14 Eylül 2018.
Birinin elini öptüğüm zaman tarihini bir tarafa not mu ediyorum?
Saçma!
O gün Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un basın toplantısına katılmıştık. Ardından “Turizm sağlam, ‘kültür’ü bekliyoruz” başlıklı bir yazı yazmıştım.
O yazının tarihinden hatırlıyorum.
Bakanlıktan Millî Gazete’nin Ankara temsilcisi Mustafa Yılmaz’la birlikte çıktık ve Millî Gazete’ye gittik.
Mustafa, Recai Bey’in de akşama doğru oraya geleceğini söyledi.
Bekleme ihtiyacı duydum.
Recai Bey faziletli bir siyasetçiydi.
Bunu her siyasetçi için kolaylıkla söyleyemezsiniz.
Siyasetçi olamayacak kadar faziletliydi diyesim geliyor.
Farkındayım, aşırı bir cümle oldu.
Ankara’ya vardığınızda faziletli siyasetçilere rastlayabilirsiniz.
Tek tük. Parmakla sayılabilecek kadar.
Ötekiler? Uyanıklar, fırsatçılar, hepbanacılar mebzul.
Kafasında fitne fesat olmazdı Recai Bey’in.
Elleri de temizdi.
Uzun uzun sohbet ettik orada.
Kirazlıdere tutukevi anılarını anlattı.
Düşünsenize, bu devlet Recai Kutan gibi temiz, ahlaklı, faziletli bir adamı hapse atmış!
Başka işi yoktu besbelli!
Şöyle bitiyor o günkü yazım:
“El öpme adetim yoktur ama, Recai Kutan Bey’in uzun siyasi hayatı boyunca temizliğine halel gelmeyen ellerini, Recai Bey’in itirazlarına rağmen öptüm.”
Babamın elini öper gibi.
Allah Rahmet eylesin.