Birleşmiş Milletler, Suriye Anayasa Komitesi’nin oluştuğunu geçen ay ilan etti. Komite bu ay sonunda Cenevre’de toplanacak.
Komite’de 150 kişi var.
50 üye sivil toplumdan, 50 üye muhalefetten, 50 üye hükümet temsilcilerinden oluşuyor.
İsimlere ve nerenin, hangi kurumun, hangi birimin mensubu olduklarına bakabildiğim kadar baktım.
İçlerinde Türkmenler, Araplar, Kürtler, Hristiyanlar, Yahudiler, hepsi var.
Özgür Suriye Ordusu ve ‘Suriye Demokratik Güçleri’ (SDG) diye adlandırılan YPG’nin başını çektiği platformdan temsilciler de.
(Hatırladığım kadarıyla Türkiye SDG’nin temsilcilerinden bazılarına itiraz etmiş, listeye son hali Türkiye’nin itirazları dikkate alınarak verilmişti.)
Anayasa Komitesi önemli bir aşama.
Belki uzun sürer. Aylarca değil, yıllarca.
Ama sonuçta bir masadır orası, savaş alanı değildir.
Demek ki artık iç savaş sonrası Suriye konuşulacak.
Böyle bir aşamada, Türkiye’nin Barış Pınarı operasyonunu başlatması özel bir anlam taşıyor.
Evet, Suriye’de Türkiye’nin yanlışları oldu, eksikleri oldu.
Yanlışlar başımıza büyük işler açtı.
Fakat Türkiye, taşımak durumunda kaldığı ağır insani sorumluluğa, -bu sorumluluk, Türkiye’de barınma imkanı bulan 3,5 milyon Suriyeli muhacirin sorumluluğudur- ve Suriye’yle 900 küsur kilometrelik bir hududa sahip olmanın getirdiği riske istinat ederek özellikle son birkaç yıl içinde kendi konumunu restore etti.
Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı’ndan sonra ‘Barış Pınarı’ operasyonunu da başlatarak sadece kendi sınır güvenliği için değil, Suriye’nin geleceği için de etkili bir rol edinmeye muvaffak oldu.
Buna, eğer işin sonunda bir ali-cengiz oyununa maruz kalmazsak, şeklinde bir ihtirazi kayıt düşülebilir.
Trump’ın bir nalına bir mıhına vuran açıklamaları, ABD senatosundaki ‘yaptırım’ söylemleri bir tereddüt oluşturuyor.
Yabana atmak, tedbirsizlik olur.
***
Dün, Cumhurbaşkanı Erdoğan Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında tafsilatlı bir konuşma yaptı.
Barış Pınarı Operasyonu’yla ve Türkiye’nin Suriye politikasıyla ilgili bilgiler verdi.
Özellikle Suudi Arabistan’a yönelik tepkileri yürek soğutan cinstendi.
Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesine de değinir mi diye bekledim, değinmedi. Yemen’deki kanlı ve utanç verici savaşa dikkat çekti. “Suudi Arabistan aynaya baksın” dedi.
Sisi konusunda da aynı şekilde sert.
Bunlar Erdoğan’ın duruşunda bir değişik olmadığını da gösteriyor.
Bir şeyi daha satır aralarında teyit etti Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Geçmişte, Esed’e defalarca telkinlerde bulunduklarını Esed’in ise demokratik yöntemler yerine zor kullanmayı tercih ettiğini söyledi.
“Bir milyona yakın insanı Beşşar Esed Suriye’de öldürdü. Bunlar onun halkıydı. Kendi halkını öldüren bir insanla karşı karşıyayız. Hala o giderse acaba kim gelir diye soran liderler var. Neymiş Deaş gelirse ne olur. Deaş’ı sen getirirsen buna söyleyecek bir şeyim yok. Bırakın Suriye halkına. Suriye halkı Deaş’ı getirecek kadar aklını peynirle yememiştir bunu da bilelim.”
Bunlar, Türkiye’nin başlangıçtan itibaren izlediği Suriye politikasına sahip çıkan cümleler.
Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç savaş sonrası Suriye hakkında gönlünde yatan çözümü ifşa eden cümleler.
Nedir bu çözüm?
Mümkün olduğu kadar demokratik, mümkün olduğu kadar Esed’siz.
Barış Pınarı’nın zamanlaması bir anlam ifade ediyor mu?
Cumhurbaşkanı, konuşmasının bir yerinde Suriye Anayasa Komitesi’nin ilk toplantısını 30 Ekim’de yapacağını hatırlattı ve ‘Barış Pınarı harekatının Suriye’nin geleceğinin daha sağlıklı bir şekilde planlanmasını temin edeceğini’ ifade etti.
Terör koridorunun imha edilmesi önemli.
Türkiye’nin sınır güvenliği de önemli.
Bunlar Barış Planı’nı izah etmek için yeterli.
Bunlara bir ilave yapalım.
Türkçe’de güzel bir atasözü var.
“Tarlada izi olanın harmanda sözü olur.”
(‘Harmanda yüzü olur’ diye de söylüyorlar.)
Erdoğan ‘iz bırakmak’ istiyor.
Nerede?
Suriye’de.
Neden?
(Atasözünün anlamına uygun olarak)
Kurulacak Suriye masasında daha kuvvetli olmak için.