Kerbela katliamını Tarih-i Taberi’deki (Ankara Okulu) rivayetler eşliğinde ele alırken döneme dair başka çalışmalara da baktım. Tarihte Müslümanlar’dan (Otto) ilgili bölümleri yeniden okudum. Mehmet Azimli’nin ‘Farklı Okumak’ serisinin Hasan ve Muaviye, Hüseyin ve Yezit (Ankara Okulu) kitapları da bu okumalara dahildi.
Hz. Osman’ın şehit edilmesinden Emeviler’in yıkılışına kadar geçen çalkantılı, fitneli, kanlı birçok hadiseyi yeniden mütalaa etmiş oldum.
Hz. Osman’ın akrabalarına zaafı, önemli görevlere onları atamayı tercih etmesi Sünni tarihçiler tarafından nazikçe eleştirilir. Bu nezaket Hz. Osman’ın Peygamberimize yakın sahabilerden olması, Peygamberimiz’in damadı olması gibi sebeplerden kaynaklanıyor.
Ama, bütün haklılıklardan ve bütün haksızlıklardan bağımsız olarak Hz. Osman’ın şehit edilmesi hem İslam tarihi için hem Medine şehri için utanılacak bir hadisedir.
Cemel savaşı da öyle. Haklılar vardır, az haklılar vardır, haksızlar vardır. Hepsini bir araya toplandığında ortaya bir skandal çıkmış. Oturup, konuşup bir işi sulh ile halledememişler, birbirlerini vurmuşlar.
Kapatalım mevzuyu. Bunlar olmuş bitmiş, olduğu yerde kalsın. Biz işimize bakalım.
Bana yanlış geliyor.
Bu tarihi olaylara bakarken, gerçekliğin ortaya çıkarılması için daha ilmi, daha soğukkanlı hatta daha adaletli davranmamız gerekiyor.
Bu vahim hadiseler bir din meselesinden çok bir siyaset, bir iktidar meselesi.
Doğru bakarsak dini olanla siyasi olanı birbirinden ayırmamız kolaylaşır.
Her dönemde olduğu gibi o dönemde de siyasetin ahlaklı ve ahlaksız olanı var.
Ahlaki olanla gayrı ahlaki olanı görmemiz mümkün olur.
Siyasetle dinin, ahlaksızlıkla dinin birbirine karıştığı, ayırt edilmesinin güçleştiği alanlar var.
O alanları da daha iyi tahlil edebiliriz.
“Yezit ve Kader” bahsinde kısaca değinmiştim.
“Hüseyin’i Allah öldürdü” diyor Beni Ümeyye’nin liderleri.
Yani, Peygamberimiz’in öğretmediği, kaynağı Kur’an-ı Kerim olmayan bir ‘Kader’ anlayışı ihdas ediyorlar.
Bir bakıma tarihten din imal ediyorlar.
Din değilse bile, akide.
Tarihte Müslümanlar’dan bir pasajı bir dipnot gibi buraya ekleyeyim. İrfan Aycan-Ramazan Altınay imzalı makaleden:
“Tarihin her döneminde yönetimi ele geçiren hanedan ya da yönetici sınıf iktidarının devamı için meşruiyete ihtiyaç duymuştur. Emeviler de kurucusu Muaviye’den itibaren kendi iktidarlarını meşru göstermek için dini argümanları kullanmaktan çekinmemişlerdir. Oluşan yeni dini düşüncelerle ilgilenerek kendi iktidarlarının meşru gösterilmesine zemin hazırlayan yaklaşımları desteklemekten, aksi düşünceleri susturup sahiplerini takibata uğratmaktan ve gerektiğinde öldürmekten çekinmemişlerdir. Bu sebeple yönetimi ele geçirişlerini ve devamını dini açıdan meşru gösterebilmek için toplumda ortaya çıkan/çıkarılan cebir merkezli kader anlayışına sarıldıkları ileri sürülür.”
Görüyorsunuz. Bu pasaj da oldukça nazik.
Bu karakterde, yani bir vekayiname olmaktan çok olguları merkeze almayı hedefleyen bir çalışmanın bu olaylara daha çok nüfuz etmesi beklenirdi.
Sultanlar, siyasi hadiselere dini mesnet temin edebilmek için kendileri lehine Hadis’ler üretilmesini teşvik ediyorlar.
Üretilen hadisler o dönemde kalmıyor. Bugüne kadar geliyor. Dinin bir parçası oluyor.
Tarihin bu kesitini araştırırken elbette Medine’deki Harre faciasını ve Abdullah İbn Zübeyr’in Mekke’deki halifeliğini de yeniden okumuş oluyorsunuz. Abdullah İbn Zübeyr’in Şam’ın dışındaki bölgelerde itaati sağladığını, valiler atadığını not edelim.
Yezit, Kerbela’dan sonra kendisine biat etmeyen Müslümanlara (aralarında sahabiler de var) boyun eğdirmek için Medine’ye de ordu gönderdi.
Az söylemek isteyenler üç yüz Medineli öldürüldü diyorlar. Çoğaltmak isteyenler on bin.
İsterse on kişi olsun. Büyük bir zulümdü.
Yezit döneminde ve Yezit’ten sonra Mekke’nin kuşatılması, Kabe’nin tahrip edilmesi yine elim bir fasıl.
Abdullah bin Zübeyr’in halifeliği sırasında Şam’daki Emevi Halifesi Abdülmelik b. Mervan’ın Mekke’den ümidi kesince Mekke’ye alternatif olarak Kudüs’ü imar ettiğine dair birkaç yazı okudum. Fakat henüz muteber bir kaynaktan teyit edemedim.
İslam tarihiyle ilgili tartışmalı ve tartışmasız konuları alternatif tezlerle ele alan Prof. Dr. Mehmet Azimli’nin ‘Hasan ve Muaviye’ ve ‘Hüseyin ve Yezit’ kitaplarında da daha önce görmediğim birçok rivayete muttali oldum. Alışık olmadığım bir bakış açısı. Tedavüldeki klişelere uymuyor.
Bana göre kantarın topuzunu Beni Ümeyye tarafına fazla kaçırmış.
Kıssadan hissemiz şu olsun:
Tarihi doğru yazmak ve doğru okumak hemen hemen imkânsız.
Ama doğruya yaklaşmak mümkün olabilir.
Daha sağlıklı bir düşünce dünyası için doğruya yaklaşmaya ihtiyacımız var.