Bütün anketler İBB başkanı İmamoğlu’nun ve ABB başkanı Yavaş’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı kazanacağını gösteriyor.
Bütün anketler mi?
Fazla söyledim. ‘Anketlerin çoğu’ demem yeterliydi.
‘Kazanacağını’ mı gösteriyor?
Bunu da fazla söylemişim.
Anketlerin bir kesinliği ifade etmeleri mümkün değildir, çünkü ankettirler. Sadece kazanma ihtimalinin yüksek olduğunu gösterebilirler.
Aynı anketler CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a karşı kaybetme ihtimalinin de yüksek olduğunu gösteriyor.
Muhalefetteki bütün siyasetçiler ve tabii siyasi meseleleri çok yakından takip eden piyasa; yani yazarlar, çizerler, akademisyenler, vatandaşlar ayrı ayrı kendi hesaplarını yapıyor.
Gerçek hesaplar değil.
Hesabı yapan yaptığı hesaba kendi zevklerini, kendi heveslerini katıyor.
Yaptığı hesapta, kurduğu denklemde kendi zevklerine, heveslerine hatta ideolojisine, toplumun, siyasetin gerçeklerinden daha yüksek değer izafe ediyor.
Mesela solcusun.
Muhafazakar bir cumhurbaşkanı adayı istemiyorsun.
Hesabını ona göre kuruyorsun.
Yazdığın senaryoda seçimi kazanıyorsun ama seçimi kazandıktan sonrasında bile muhafazakâr bir aktöre etkili bir rol veresin yok.
Daha dur oğlum, seçimi kazanmadın, kazanacağın da çok şüpheli, cimriliğini bari seçimi kazandıktan sonraya sakla.
Yok! Dilini zapt edemiyor. İlla konuşacak.
Liberalsin.
Mansur Yavaş’ın ya da Ekrem İmamoğlu’nun uygun aday olmadıklarından eminsin. Ayrıca kazanamazlar.
Neden kazanamazlar?
Senin yüzde 0,2’lik oyunu alamayacakları için mi?
Milliyetçisin.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu solcu buluyorsun.
Hesabını yaparken Kılıçdaroğlu’nu ekarte etmek istiyorsun.
Ve her biriniz yaptığınız hesapları temellendirirken kendi ittifakınızın diğer unsurlarını hırpalamakta beis görmüyorsunuz.
CHP lideri Kılıçdaroğlu ve çevresi de benzer hesaplar yapıyor.
Kendisine alternatif olabilecek namzetleri, belediye başkanlarını, kurduğu denklemlerin dışında tutmaya özen gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan İmamoğlu’nun siyasi yasaklı hale getirecek düzeneğin üzerindeki tesiriyle Kılıçdaroğlu’na yardım ediyor.
Ara sıra ‘kader’ teması etrafında dolaştığım bu sütunun müdavimlerinin malumudur.
‘Kader’ ağlarını örüyor ama insanların attığı ilmeklerle örüyor.
Her bir aktörün attığı ilmekler cumhurbaşkanı adaylığını Kılıçdaroğlu’nun önüne getirdi.
Her bir aktörün attığı ve atmadığı ilmekler sonunda 6’lı Masa’yı bozdu.
Kiminin az kiminin çok etkisi olabilir. Mesela Akşener ve Kılıçdaroğlu’nun etkisi daha ziyade diğer liderlerin etkisi daha az.
Bütün bunlar gözleri açık olan herkes tarafından çıplak gözle görülebilecek açıklıkta gerçekleşti.
Herkesin gördüğü bir şeyi İyi Parti lideri Akşener’in görmemiş olması düşünülemez.
Gördü. Sorunu muhataplarıyla açıkça konuşup, sakin kafayla müzakere edip hal yoluna gitmedi.
Var mıydı hal yolu?
Bir yıl önce vardı, altı ay önce vardı.
Hiç olmazsa krizin bu kadar kritik bir aşamada patlak vermemesinin yolu vardı.
Herkesin gördüğünü Kılıçdaroğlu’da görmüştür.
O da oluruna bıraktı.
Bu yol tercih edilmeyince iki şeyden biri kaçınılmazdı.
Ya Akşener, “Kılıçdaroğlu doğru tercih değil ama son dakikada mızıkçılık yapmayayım, yine fatura bana kesilmesin, bir yıllık emeği ben zayi etmiş olmayayım, Masa’nın devamı dağılmasından evladır” diyerek gönülsüzce de olsa Masa’da oluşan karara iştirak edecekti.
Ya da Masa’dan kalkacaktı.
Kalktı masadan.
Masayı yıkmanın arkasındaki sebep Akşener tarafından henüz izah edilmedi.
Şu ana kadar ileri sürdüğü gerekçeler anlamlı olabilir.
Ama teşekkülünde kendisinin de rol aldığı, emek verdiği bir siyaset projesinin imha edilmesini izaha etmeye yeterli değil.
Daha fazlası olmalı.
Tarih yazmış oldu mu Masa’dan kalkmakla?
Oldu. Böyle bir rol mutlaka tarihe geçer.
Tarih oldu mu?
Olmadıysa da eşiğine geldi.
Aynı öznenin hem tarih yazıp hem tarih olması imkân dahilindedir.