Ben daha çok edebiyattan biliyorum, eleştiri kıymetlidir. Sen bir şey yazıyorsun. Yazdığın -şiir, öykü, roman, deneme, her neyse- hakkında senin bir fikrin var. ‘Ben şunu yaptım’ diyorsun.
Fakat, başkası nasıl görüyor?
Ben içeriden bakıyorum ve bana güzel görünüyor.
Başka bir göz bakınca da güzel görünüyor mu?
Bu bilgi, bir ihtiyaçtır.
Sadece edebiyatta değil, siyasette de ihtiyaçtır.
Diyebilirsiniz ki, işte muhalefet var, medya var, yaparlar eleştiriyi, biz de istifade ederiz.
Muhalefetin eleştirileri iyi değerlendirilirse faydalı olabilir. Fakat muhalefetin tutumu çoğu zaman hasmanedir.
Muhalefetle polemiklerde mutlaka doğruyu söyleme ihtiyacı duymayabilirsin. Lafa cevap vermek daha acildir. Bir laf söyleyeyim, kendi taraftarlarımın hoşuna gitsin, gerisine bakarız, diyebilirsin.
Medya?
Eh, kulak verirsen medyadan da faydalanırsın.
Kulak vermezsen, konuşanı susturursan, imha edersen, o nimetten de istifade edemezsin.
Yine de faydalıdır, lüzumludur, muhalefetten, medyadan gelecek eleştiriler.
Fakat, bunların yanı sıra eleştirinin siyasi yapıların (partilerin) içinde kurumlaşması lazımdır.
Memleketin menfaati için de lazımdır bu, partilerin menfaati için de.
31 Mart seçimlerinden sonra AK Parti’de kurumsal olmamakla beraber bir ‘özeleştiri’ zemini oluştu.
Bazı partililer az, bazı partililer kapsamlı özeleştiriler yaptılar.
Parti organlarında, röportajlarda, TV programlarında, gazete köşelerinde rastladık bu özeleştirilere.
Fakat pek rağbet görmedi.
Geçiştirildi.
Doğruluğu, yanlışlığı üzerinde bile durulmadı.
Bazıları özeleştirinin yapıldığı ortamda susturuldu.
Derken, yavaş yavaş özeleştirilerin yerini övgülerle dolu konuşmalar aldı.
Seçim sonrasında yapılan özeleştiriler içinde en kapsamlısı herhalde AK Parti’nin eski genel başkanı ve Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun yaptıklarıydı.
Özeleştiri diyorum, çünkü istifa etmediğine, ihraç da edilmediğine göre Davutoğlu hala partinin içinde.
Ayrıca, AK Parti’den bahsederken ‘partimiz’ demeye devam ediyor.
Tuhaf bir muameleye tabi tutuldu Davutoğlu’nun özeleştirileri.
Ya da tuhaf bir muamelesizliğe...
AK Parti civarından kimse, ‘Davutoğlu yanlış söylüyor’ demedi.
‘Doğru söylüyor’da demedi.
‘Niye söylüyor?’ diye sormaya çalışanlar oldu.
Bazıları özeleştiri sadedinde söylemediği, kendi durumuyla ilgili bazı sözlerinin üstünde tepindi.
“Düşük profil başbakan olmam” ne demek?
Bu kabil şeyler.
Ha, bir de özeleştirilerinden bağımsız olarak ‘Suriye faturası.’
Nereden kaynaklanıyor bu ‘muamelesizlik?’
‘Başıma iş alırım’ endişesinden mi?
Doğru, böyle siyasi zeminlerde susmak daha güvenlidir.
‘Yanlış söyledi’ demek bile sorun olabilir, nereden biliyorsun yanlış söylediğini? Demek ki baktın, dikkat ettin.
Mesela, “İttifak siyaseti hem oy oranı hem kimlik açısından partimize zarar verdi” diyor.
“AK Parti gittikçe kabaran egolara, ikbal hesaplarına kurban edilmemeli” diyor.
Mesela, “Kendisini AK Parti kurullarının üstünde gören, paralel bir yapı gibi partiyi yönetmeye çalışan bir odağın ortaya çıktığını” söylüyor.
“Baskıcı metotlarla basında tekelleşmeye yönelmek Türkiye’nin zihni kapasitesini daraltmaktadır” diyor.
“AK Parti kökten bir yenilenme süreci yaşarsa kaybettiği söylem ve politika dinamizmini yeniden kazanabilir. En önemlisi de hızla kaybetmekte olduğu moral üstünlüğü tekrar elde edebilir” diyor.
Bir an için Davutoğlu’nu unutalım.
Doğru mu bu eleştiriler, yanlış mı?
Bu durumda bile susmak daha güvenli.
İyi, sussun herkes.
Şimdi ben, bunları yazınca ‘Davutoğlucu’ mu oldum?
Hayır.
Bilenler bilir de, bilmeyenler için ilan edeyim.
Benim tabiatım, yetişme tarzım, herhangi bir kimseci olmaya müsait değil.