Türkiye’de ‘Açılım’ adı altında Kürt sorununun çözülmesine yönelik bir çalışma başlatılmıştı.
O günlerde Beşar Esad’la röportaj yapmak üzere Suriye’ye gitmiştik.
Aramızdan su sızmıyordu Suriye’yle.
Bir arkadaş Türkiye’deki ‘Açılım’ı sordu.
Esad, fikirlerini (o zamanki) Başbakan Erdoğan’a bildirilmemek kaydıyla açıkladı.
“Kürtlerin açılım talebi olmadı. Başka isteyen de yok. Bence açılım gereksiz.”
O görüşmelerden zannediyorum bir yıl veya biraz daha fazla bir süre sonra Suriye’yle aramız bozuldu.
Esad’ın ‘açılım’ı lüzumsuz görmesi anlaşılır bir şeydi.
Suriye’de Kürtler ‘yok’ hükmündeydi. Vatandaş bile sayılmıyordu.
Türkiye’de yapılacak bir ‘açılım’ Suriye’yi rahatsız ederdi.
Şu sıralar ABD, Kürt varlığını baz alarak Suriye’de bir etkinlik alanı oluşturmaya uğraşıyor.
ABD’nin Suriye’deki en belirgin faaliyeti bu.
Mesela, Esad kimyasal silah kullandığı zaman sorun etmiyor.
Sivilleri öldürdüğü zaman sorun etmiyor.
Varsa yoksa bir PYD koridoru.
PYD için Türkiye ile arasının açılmasını bile göze alıyor.
Türkiye ise böyle bir ‘proje’yi kendi toprak bütünlüğü açısından bir tehdit görüyor.
‘Fırat Kalkanı’nın arkasında bu ‘tehdit algısı’ vardı.
‘Zeytin Dalı’nda da aynı saik geçerli.
Türkiye, kendi toprak bütünlüğüne önem verdiği için Suriye’nin toprak bütünlüğüne önem veriyor.
Rusya ve İran’la birlikte olduğu masalarda bu yaklaşımının altını çiziyor.
‘Suriye’nin toprak bütünlüğü’ Esat liderliğinde bir Suriye fikrini içermez mi?
Rusya ve İran’dan farklı olarak Türkiye, Esad’lı bir Suriye’yi, Suriye’nin toprak bütünlüğü fikrinin zaruri bir neticesi olarak görmüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeri geldiğinde Esat’ın cinayetlerini, zulümlerini, terörünü anmaktan çekinmemesi bunun bir göstergesi.
Suriye tartışmalarının birinci maddesi ‘Esatlı’ ya da ‘Esatsız’ Suriye değil.
Bölgedeki askeri ve siyasi hareketlilik başka öncelikler oluşturdu.
Mesela, Türkiye açısından, kendi sınır güvenliği öne çıktı.
Ve imkanı, gücü olan herkes, yarınki Suriye’de kendisine yarayacak bir ‘netice’ peşinde.
ABD ve İsrail kendi himayelerinde bir PYD devleti peydah etmek, böylece Rusya’dan küçük de olsa bir parça koparmak istiyor.
Rusya, soğuk savaş yıllarındaki ‘peyk’i Suriye’yi Akdeniz’deki uzantısı haline getirmek istiyor.
İran, devrimden beri hiçbir zaman nikahından düşürmediği Suriye’yi yine nikahında tutmak istiyor.
(Aramız çok iyiyken, Türkiye’nin Suriye ile ilişkisi bir ‘flört’ten ibaretti. O zamanlarda dahi Suriye’nin nikahı İran’daydı.)
Fransa’nın dahi ara sıra kafa kaldırması anlamsız değil. Biliyorsunuz, Suriye 1. Dünya Savaşı sonunda Ortadoğu paylaşılırken Fransa’nın nüfuz alanında kalmıştı.
Tabii herkes, müzakere ortamlarında çeşitli lügatler kollanarak... İnsan hakları, barış, güvenlik ve saire diyerek kendi tezini içeren bir ‘netice’ istihsaline çalışacak.
Bugünkü askeri hareketliliklerin tamamı ‘netice’ye matuf.
Eminim, Esad da bir şeyler istiyordur.
Ne istiyor olabilir?
Önce pozisyonunu korumak. Başına bir iş gelmeden koltuğunda oturmaya devam etmek.
Eğer eline fırsat geçerse, Türkiye’nin yapmak istediği ‘açılım’dan rahatsız olan Esat’ın PYD’ye zırnık vereceğini zannetmiyorum.
Türkiye, bu kadar ‘çeşitlilik’ arzeden ‘hedef’lerin arasında kendi ‘hedef’ini gerçekleştirmek için mücadele ediyor.
Hedeflerin farklılığı, askeri mücadeleyi de, diplomatik mücadeleyi de alabildiğine zorlaştırıyor.
Hedeflerin çeşitliliği trafik yoğunluğuna benziyor. Araçların kimi sağdan, kimi soldan geliyor, kimi de karşıdan. Trafik kilitlenmiş.
Yoldan da çıkamıyorsunuz, çünkü çıkacak yer yok. Arabanızı bırakıp gidemezsiniz. Yarın yine lazım olacak...
Birkaç saat sonra açılır trafik. Kimse kalmaz.
Suriye’de de trafik açılacak. Ama birkaç saat sonra değil. Birkaç ay sonra da değil.
Birkaç yıl sonra? O bile belirsiz.
Trafik tıkalı diye yola hiç çıkmamak bir çözüm müdür?
Değildir.
Zamanında gitmezseniz yok yazılırsınız.
Yok yazılmakla yok olmak arasında çok az fark vardır.