"Andır peytemal kalsın Zonguldağın parası."
İki gündür dilimde bu. Amasra’daki büyük grizu faciasından beri.
Eski bir türkünün içinden çıktı geldi.
Eski ama çok eski değil. Zonguldak’ın bizim köyün gençleri için gurbet menzili olduğu 40’lardan, 50’lerden.
Hüseyin dedem de çalışmış Zonguldak’ta. Köraluğun Mustafa anlatıyor. Öğlen paydosunda dedem sigara yakmış, uyumuş. “Cigara parmaklarının arasında yanıyordu” diyor Mustafa amca, ‘Aldım, içtim. Tükenmeye yakın yine kıstırdım parmaklarının arasına.”
“Yüzbaşı, cigara parmağını yakınca uyandı. (Dedemin lakabı Yüzbaşı’ydı.) Bu cigara beni kesmedi dedi. Bir tane daha yaktı.”
Muhammed amcam da çalışmış. Grizu’nun geldiğini madenci anlarmış, tabii her madenci değil, tecrübeli olanlar. Anlayınca terk ediyorsun galeriyi. Bunu amcamdan duyduğumu hatırlıyorum.
Bir de Karaoğlan’ın 40’lı yaşlarda ‘Zonguldak hastalığı’ndan öldüğünü hatırlıyorum.
Tıptaki karşılığı nedir bilmiyorum. Şiddetli bir nefes darlığı olduğuna aklım eriyor. Belki veremdir, belki koahtır.
Nedir ‘andır?’
“Andır kalsın” derler bizim oralarda. Ya da şiveye göre, “Ander kalsun.”
Ben tam çözemedim. Lügatlerde karşılığı yok. Bazı yerlerde uğursuzluk, bela diye karşılık verilmiş ama anladığım kadarıyla kelimenin kullanımından hareketle tahmini bir karşılık.
Adı batsın, lanet olsun gibi bir tabir olmalı ‘andır kalsın.’
Peytemal?
Bunun ‘Beytülmal’den bozma olduğunu düşünürdüm. Ama niye bedduada kullanılıyor?
Bir sözlükte ‘sahipsiz mal’ karşılığı gördüm. Eh, sahipsizse beytülmale kalıyor.
Mümkün. Senin faydalanamayacağın mal, yitik gibi.
Kelimelerin hikayesi insanların hikayesi kadar karmaşık olabiliyor.
“Andır peytemal kalsın” kuvvetli bir ilenme. Bıkmış adam, tükenmiş, canına tak etmiş.
Gencecik çocuklar, evlerine ekmek götürmek için yerin yüzlerce metre altında renkleri kömüre karışmış, geceyi günü bilmeden kazma, kürek sallıyorlar. Her kazma vuruşunda ömürlerinden bir parça koparıyorlar.
Helal ekmek.
Tembelliğin, beleşin istila ettiği bir memlekette çalışmak diye buna derim ben.
Grizu patladı. Yandılar. Öldüler.
Yanmayan neyi anlayabilir?
Sunay Akın’ın sarsıcı bir şiiri vardı.
“yine bir kömür/kütürdedi sobada/kayıp bir madencinin/kalbi rastgeldi/atıverdi sıcak odada”
Korkmaz mısınız? Sobada atıveren bir madenci kalbinden?
Diyelim aklınız devreye girdi, olmaz öyle bir şey, mantıksız dedi, madencinin kalbinin sobada kütürdeme ihtimalini bertaraf ettiniz.
Kömürün içindeki emeğin sobada kütürdemesi ihtimalini nasıl bertaraf edeceksiniz?
Soba kullanmıyoruz, şimdi doğalgaz var, kimsenin odasında hiçbir şey kütürdemiyor.
O kadar akıllıysan kömürden elektrik üretildiğini de düşünmen lazım, hatta çelik üretildiğini…
Ama muhtemelen acıyı kendinden uzaklaştırmak için bu kadar çabalıyorsun.
Yandı çocuklar, söndü ocaklar.
Yetkililer kısa sürede yetişti oraya. Bu iyi bir şey.
Fakat yetkililer maden ocağı hakkında ‘tehlikeli’ diye rapor yazıldığı günlerde de yetkiliydi. Keşke o günlerde yetişseydiler.
Türkiye Taşkömürü Kurumu raporu yalanlamış. “Dezenformasyon var” demiş. Fakat Sayıştay raporunun fotoğrafları internette dolaşıyor. Kim doğru söylüyor? Hangisi ‘dezenformasyon?’
Hem de dezenformasyon yasası çıktıktan iki gün sonra!
Adalet Bakanı Bozdağ inceleme için 5 savcının görevlendirildiğini söylüyor.
Adalet için, sorumluların tespiti ve adil bir şekilde cezalandırılması için savcı sayısı arttırılıyorsa çok iyi.
İnşallah savcılar, hakimler adil davranırlar.
301 madencinin öldüğü Soma faciasındaki gibi sorumluların ceza almasına mâni olmak için hâkime soruşturma açtırıp davayı daha uygun bir hâkime vermezler.
‘Daha uygun’ ne mi demek?
Soma davasındaki sorumluların hepsi dışarıda. Oradan anlayın.