Bayramın ilk günü, akşama doğru Başakşehir’den metroya bindim. Boş bir yer buldum oturdum.
Kucağında çocuk genç bir hanım. Arap. Büyük ihtimalle Suriyeli. Bana arkası dönük. Çocuk da ne kadar sevimli, Allah nazardan saklasın.
Yer vermek istedim. Karşı tarafta oturan bir kadın “Burada da boş yer vardı, oturmadı” deyince üstelemedim.
Vagonun içi çok uluslu. Daha çok Arap yolcular. Birkaç Afganlı da var. Arada siyahiler de. Rengarenk gençler, kadınlar, çocuklar. Olsun, Londra’da, Paris’te, Amsterdam’da da metrolar aşağı yukarı böyle.
Bağcılar’da yanımdaki Arap aile indi. Yerlerine ayakta duran iki Türk hanım oturdu. “Bunlardan bize yer kalmıyor” dedi hanımlardan biri. “Doğru valla demin kızımla onu konuşuyorduk” dedi öteki.
Otobüste, metroda başkasının işgal ettiği bir koltuk. O anda otobüs-içi en mühim mesele olabilir. Hayatın akışına bakarsak ‘menfaat’ ilişkisinin en alt seviyesi. Benim oturabileceğim bir yere başkası oturmuş. Tapulamadı ya. Birazdan gidecek. Gidince sen oturursun.
Ama şuracıkta bile dünya kadar dedikodu dönüyor.
Onca Türk genci işsizken bir Suriyeli gencin işe girdiğini düşünün. Veya üniversiteye girdiğini.
Kayırılmaları gerekmiyor. Suriyeli hak ederek girmiş olabilir. Emeğiyle, alnının teriyle kazanıyor olabilir.
Fakat insanlar, hele de yanlışın nerede olduğunu araştırırken yanlışın kendisinde olduğu seçeneğini ömrü boyunca dışlayan bu yüzden de yanlışı bulamayacak olanlar sorumluyu hemen teşhis ederler.
İşte bu, Suriyeli. Otobüste o oturduğu için ben ayaktayım. O işe girdiği için ben işsizim. Hatta, o üniversiteye girdiği için ben dışarıdayım.
***
Sorumlu başka kim olabilir?
Türkiye’deki göçmen sayısı hakkında rakamlar muhtelif. 5-6 milyondan 8-10 milyona kadar çıkıyor.
İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı Türkiye’de 5 milyon 500 bin 690 yabancı yaşadığını söylüyor. Bunların 4 milyon 82 bin 693’ü sığınmacı.
Rakamlar neresinden bakarsanız bakın, büyük.
Suriye iç savaşının ilk aylarında konuşulanları hatırlıyorum. Sığınmacı sayısı 100 bine çıkarsa bir politika değişikliği olur mu?
Bu soru bir seyahatte Başbakan Erdoğan’a sorulmuştu. Erdoğan, bir göçmen politikamız olduğunu düşünmemize yardımcı olacak bir cevap vermemişti.
100 bine de çıktı sığınmacı sayısı, 1 milyona da 3 milyona da.
Politikamız kabaca şöyleydi: Geldiler. Mağdurdular. Biz de onlara kucak açtık.
İyi yaptık da… Bu kadar çok olmaları gerekiyor muydu? Başka bir yöntem bulunamaz mıydı?
Belki de aradık bu soruların cevaplarını, ama bulamadık.
Çoğu zaman yaptığımız gibi, biz sorunu yönetemeyince sorun bizi yönetti.
Suriyelilere vatandaşlık veriyor muyuz? Suriyelilere veya başka göçmenlere?
Çataklı’nın açıklamasına göre 47 bini Türkmen olmak üzere 200 bin 985 Suriyeliye, 17 bin Afganistan Türküne 101 bin 995 Ahıska Türküne ve 6 bin 787 Uygur Türküne vatandaşlık vermişiz.
Peki Suriyelilerin Türkiye’de doğan çocukları otomatik olarak Türk vatandaşlığı kazanıyor mu?
Hayır. Vatandaşlık kanununa göre “Geçici koruma kimlik belgesi sahibine Türk vatandaşlığına başvuru hakkı sağlamaz.”
Biz kimlere vatandaşlık veriyoruz?
Ülkemizde 250 bin dolarlık yatırım yapana.
Nasıl yatırım?
Kendisine ev alacak, o kadar.
Çok ucuz değil mi?
Evet, çok ucuz.
Gerçi fiyatı 400 bin dolara çıkaracaklarmış. Belki de çıkardılar. Ama hala çok ucuz.
2021 Ekim rakamlarına göre 19 bin 630 kişi 250 bin dolara vatandaş olmuş. 6 aydır biraz daha artmıştır.
***
Bütün bunlar, göçmen politikamızın -varsa bile- hayli gevşek olduğunu gösteriyor.
11 yıllık birikim bir siyasi manevra alanı oluşturdu. Bir nevi ‘pazar,’ ‘piyasa.’
Şu anda göçmen karşıtlığının toplumda tabanı var.
Bulunduğunuz ortamda göçmenler konuşuluyorsa, siz de insanları itidale davet ediyorsanız, çoğu zaman yalnız kalıyorsunuz.
Bu ‘piyasa’ kısmen AK Parti tabanını da kapsıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bile göçmenleri ülkelerine gönderme projeleri açıklayarak hiç olmazsa kendi tabanına yumuşatıcı bir mesaj verme ihtiyacı duydu.
Zafer Partisi genel başkanı Ümit Özdağ bu ‘piyasa’ya hitap ediyor.
Siyaseten verimli bir alan. Verimli olduğu kadar da tehlikeli.
Müteakip yazıda bu alan üzerinde duralım.