Pazar yazılarını kitaplara tahsis etme itiyadımız en azından yeni bir keşif yapıncaya kadar devam edecek.
“En çok ne yapıyorsun?” sorusuna verebileceğim en doğru cevap “Okumak”tır diyebilirim.
Benim yetiştiğim çevrede yaygın bir eylemdi okumak. Lise yıllarımızda ve üniversite çağımızda gece gündüz okuyorduk.
O günlerdeki okuma yoğunluğu -bunu kendim için söylüyorum- zamanla, biraz da hayata dair meşgalelerim, maişet sıkıntılarım sebebiyle bir ölçüde seyreldi.
Seyreldi, ama kesintiye uğramadı.
Mesleğimin, yani gazeteciliğin zorunlu kıldığı bir okuma şekli vardır.
Gazeteleri, dergileri takip edersiniz, birçok köşe yazısını, yanı sıra habere konu olabilecek metinleri okursunuz. Elbette kitap da okursunuz.
Bunlar bir yekûn tutar.
Ama lise ve üniversite yıllarındaki yoğunluğa hiçbir zaman ulaşmaz.
Çalıştığım gazetelerdeki yönetim yükünden bir ölçüde azat olduktan sonra okuma eylemine yeniden döndüm. Hem de eskisinden daha yoğun bir şekilde.
Zaman zaman okuyacak kitap sıkıntısı bile çekiyorum.
Bugünlerde elimin altında ne var?
Musiki Risaleleri var.
Nilgün Doğrusöz tarafından hazırlanmış ve Biksad tarafından yayımlanmış.
İbn Sina’nın, devrinin bütün ilimlerini öğrendikten ve öğrenilecek başka bir şey kalmadığını düşünmeye başladığı sırada söylediği “İşte insan, nerede ilim?” dediğini, ancak musikiyle tanıştıktan sonra “İşte ilim, nerede insan?” diye sorduğunu okumuştum.
Peki şimdi ‘musiki’ ilmine mi sardım.
Hayır. Sadece merak ediyorum.
Ama bu kitabı, Marmara İlahiyat’ın kitabevinde gördüm. Biraz karıştırdım. Bir merakımı giderebileceğini düşündüm.
Neyi merak ediyordum?
Türk musikisindeki makamların isimlerinin nereden geldiğini merak ediyordum.
Nihavend, niçin Nihavend?
Nişaburek, niçin Nişaburek?
Diyelim Ferahfeza makamın karakterini yansıtıyor.
Veya Muhayyer, makamın icrası sırasındaki geçişler yüzünden Muhayyer.
Bunlar tabii ki bilgi değil, benim tahminlerim.
Ama Uşşak niye Uşşak, Buselik niye Buselik?
Musikişinas tanıdıklarıma sordum. Birkaç kitap karıştırdım. Fakat Yılmaz Öztuna’nın Musiki Ansiklopedisinde bile malumat bulamadım.
Kitabı ayaküstü karıştırırken, yazarının makamların karakteri hakkında epey ayrıntıya girdiğini gördüm.
Belki benim sorumun cevabı da vardır dedim. Kitabı aldım.
Benim merakımı gidermedi. Elbette dünyanın en büyük sorunu değil ama bir defa merak ettim, okurlarım arasında bilgisi olan varsa beni de haberdar ederlerse memnun olurum.
Yine de, Musiki Risaleleri Musikisi ile ilgilenenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap.
Nilgün Doğrusöz’ün ele aldığı ve aktardığı eser Kırşehrî Yusuf bin Nizameddin’e ait. Ya da kitabın üzerinde yapılan inceleme en kuvvetli ihtimal olarak bunu gösteriyor.
Tabii ki kitabı okumaya devam ediyorum. Çoğu yerini anlamasam bile…
Arkadaşım Hüseyin Yorulmaz’ın kaleme aldığı “Sadeliğin İhtişamı Orhan Okay” kitabı da masamda. (Şule Yayınları.) Okumaya devam ediyorum. Bitirince bir Orhan Okay yazısı borcum olsun.
Yazarımız Taha Akyol’un “Atatürk’ün Anayasası 1924”ün de kapağını açtım. Bugün, sadece lafı edilen, lüzumuna inananlar dahil kimsenin içeriğiyle ilgili iler tutar bir şey söylemediği ‘sivil anayasa’ gündemine hazırlık için faydalı olacağını düşündüğüm bir eser. Bitirince, kitabın bana anlattıklarını aktarırım.
Uzun zamandır İş Bankası Yayınlarından çıkan Descartes ve Darwin biyografilerini okuyorum.
Darwin’i okumak bir taraftan da bizim toplumumuzdaki bilimsel tembelliği okumak gibi.
Adam ömrü boyunca gece gündüz çalışmış. Biz, kolayca, bir kalemde “Haa, şu evrim” diyerek mahkûm ediyoruz.
Teorisini isteyen beğensin, istemeyen beğenmesin. İnsaf sahibi olan en azından çalışmasını, çabasını, taklit edemese bile takdir eder.
Descartes biyografisini bitirmek üzereyim.
Zor zamanda yaşamış Descartes. “Düşünüyorum öyleyse varım” demekte haklı. Dünya tarihinde onun kadar ‘tefekkür’ü meslek edinen çok azdır.
Anlaşılmıştır her halde. Sırada Descartes var.