Bir defasında, Çanakkale’ye giderken uzaktan görmüştüm Silivri Cezaevi’ni.
Ergenekon davası için inşa edilmişti.
Ergenekoncular orada yargılandı.
Şimdi onları yargılayan çeteye mensup darbeciler yargılanıyor.
(Bir gün ben de yargılanır mıyım burada? ‘Olmaz olmaz’ dememek lazım, çünkü olmaz olmaz. Ben ibretimi alayım, kenara koyayım.)
Öteden beri düşünüyordum gitmeyi. Önceki gün gittim.
Arafat’taki ‘Vakfe’ gibi, şu 15 Temmuz yargılamaları sürerken, hiç olmazsa bir defa orada bulunmak vazifedir diyordum.
Yolun acemisiyim. Bir iki yerde şaştım. Sonunda kapıyı buldum.
Koridorda ilk Cüneyt Toraman’a rastladım. Cüneyt, hem fert olarak ‘dava adamı’dır hem de bir avukat olarak.
Bilgileri Cüneyt’ten aldım. Üç duruşma varmış. Biri ‘Şehitler Köprüsü’, biri ‘TRT’, biri de yanlış anlamadıysam ‘Kartal duruşması’.
Şehitler Köprüsü duruşmasına ara verilmiş. Öyleyse TRT duruşmasını biraz izleyeyim.
***
Hasdal’daki darbeci subayların İstanbul Radyosunu basmak için götürdükleri askerlerden birkaçının savunmasını dinledim.
Sonra müşteki avukatları ‘şüpheli’lere sorular sordu.
Sonra savunma avukatları ve orada hazır bulunan tutuklu ‘şüpheli’ler...
Şehitler Köprüsü duruşması başlamıştır diye büyük salona geçtim.
Bir tankçı askerin ve Kuleli’de görevli bir emir astsubayının savunmalarını dinledim.
Asker, tanktan bir iki hedefe ateş ettiğini itiraf etti.
Astsubay da birkaç kez havaya ateş ettiğini söyledi.
Darbeden haberleri yokmuş.
Tabii bunu söylerken, özellikle astsubay, birkaç çelişkili beyanda da bulundu.
Cep telefonunda Başbakan Yıldırım’ın 15 Temmuz gecesi yaptığı açıklamanın haberini görmüş.
‘Haberin başlığını gördüm aşağısını okumadım’ diyor.
23 senelik askermiş hayatında hiç tank görmemiş.
Kuleli’deki bir generalin emir astsubayıymış ama Köprü’ye niye götürüldüklerini bilmiyormuş.
Böyle savunmalar.
Eğer bir muvazzaf asker 23 sene boyunca hiç tank göremiyorsa, askeriyenin eğitim sistemini gözden geçirmek lazım. Tuhaf değil mi?
Arkadaşım Erol Olçok ve oğlu Abdullah orada şehit edildi.
34 şehidimiz var Şehitler Köprüsü’nde.
Komutanlar ‘gebertin’ diye emir verdi ve asker kılıklı teröristler savunmasız insanlara öldürmek kastıyla ateş ettiler.
Bizim gerçeğimiz bu.
Bir tek duruşma izleyerek yargı prosedürü konusunda uzun uzadıya yorum yapmam yakışık almaz.
Sadece bir iki izlenimimi aktarayım.
***
Birincisi, darbenin ve cinayetlerin failleri, muğlak, bulanık bir görüntü oluşması için çabalıyorlar.
Tutuklular arasında bir işbirliği, bir yöntem birliği, bir organizasyon fark ediliyor.
Halbuki, bir ‘cürm-i meşhut’la karşı karşıyayız.
Hepimiz, darbe girişimini bütün şiddetiyle saniye saniye yaşadık.
Bu gerçek saklanabilir mi?
Açık bir cinayet, bir cinayet değil, 250 cinayet, lafla örtülebilir mi?
Zannetmiyorum.
Laf kalabalığı, neticeyi etkilemez. Fakat görüntüyü bulanıklaştırabilir.
Ben, üzerinden yıl geçtikten sonra bir duruşmaya gittim.
Daha önce gitmeliydim. Geç kaldığım için utandım.
Mahkeme önünde Adapazarı’ndan bir arkadaş gördüm. Şu ana kadar 17 duruşmaya gelmiş. Gelmeyenlerden şikayetçi. ‘Abi bunu yaz’ dedi, işte yazdım.
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu öğleden önce gelmiş, gitmiş.
Aziz Babuşçu oradaydı. Hakan Arslan Köprü duruşmalarının tamamına geliyor. Elbette, Erol’un kardeşi Cevat Olçok... Cevat, bu davanın hane sahibidir. Diğer şehitlerin yakınları da... Ve gaziler...)
Benim oturduğum yerin sağ tarafında ‘teşkilat’tan gelen dinleyiciler vardı. Saydım, 42 kişiler. Bir otobüs dolusu insan.
Hiç olmazsa iki otobüs olsaydı.
Bu, bizim için büyük bir mesele. 10 otobüs gelse yeridir.
Aziz Yıldırım bile, kıyameti koparmıştı orada.
Demek ki biz gevşek davranıyoruz.
Böylece, duruşmalarda ve dışarıda üretilen laf kalabalığı işlev kazanıyor.
Silivri’ye Allah izin verirse birkaç defa daha geleceğim. Bunlardan en az bir tanesi ‘vatan’ için canını feda eden ‘vatansız’ Mustafa Cambaz’ın şehit edildiği Çengelköy katliamının duruşması olacak.