Köy ıssız. Babam yalnız kaldı. “Biberler oldu, mısırlar oldu, yemeye adam yok” diyor.
Bayramdan beri gidemedim. Mısır, biber mühim değil. Baba mühim. Bir günlüğüne de olsa gitmem lazım.
Çoluğu çocuğu topladım gittim.
Babamla darbeyi bir-iki konuşmuştuk. Duasını almıştım.
Babam şaşkın. O subayların okuyup okuyup, o rütbelere gelip, ondan sonra da millete kurşun atmasına şaşıyor.
“Nasıl çöreklenmişler askeriyeye?” buna da şaşıyor.
60 ihtilalinin yarası duruyor babamların kuşağında. Sade onda mı? O zaman aklı az çok eren herkeste.
İrfan Coşkun anlatıyor: “Babam (Tuluğun Hasan) ocak başında, ellerini ocaklığa dayamış radyodan haber dinliyordu.”
“Radyo, ‘Menderes asıldı’ deyince babamın beti benzi attı, ‘küüt’ diye ocağın içine düştü.”
İrfan Abi, o zamanlar olsa olsa 9-10 yaşında. “Ben ufak uşağıdım” diyor, “Babamı ocaktan çekemedim. Babam yanacak. Bağırdım. Agam geldi kurtardık. Hep elleri yandı babamın.”
Devam ediyor. “Millet çok içerledi ama bi şey yapamadı. Şimdi liderini buldu. Daha kimse darbe marbev yapamaz.”
Şoför Osman’ın Muammer yüreği, bileği sağlam uşaktır. Yaşı 60’ı geçti. Hala çok genci sulu götürür susuz getirir.
Follu’nun Kahvesi’nde onu da gördüm.
Kahvede herkes nasıl öfkeli. Küfürün, kıyametin, ucu bucağı yok.
Nasıl millete kurşun sıkarlar?
“Ne yaptınız akşam?” dedim Muammer Abi’ye.
Doğru gitmişler Kandıra’ya.
“Çarşıya indik” diyor, “Kaymakam, Savcı, Emniyet Müdürü karakolda, etraf polis, sivil, karışık.”
Muammer, “Bunlar tutuklu mu, korumak için mi toplamışlar?” diye soruyor.
Tutukluysa Muammer operasyon yapacak, kurtaracak.
Sonra Muammer’in öfkesini fark eden biri savcının kulağına fısıldamış.
Savcı da dışarıdaki kalabalığa orada tutuklu olmadıklarını anlatmış.
Belediye Başkanı Ünal Köken, hemen iş makinalarını askeriyenin nizamiyesine yığmış.
Allah Allah. Bu nasıl bir organizasyon? Millet doğuda, batıda, her yerde örgütlü gibi ne lazımsa yapmış.
Geçen Amcamoğlu Recep aramıştı Gemlik’ten. “Siz ne yaptınız?” dedim. Onlar da toplanıp yakındaki askeri birliğe gitmişler, “Buradan dışarı kimse çıkmayacak” demişler.
Destan gibi anlatılıyor.
“Uşak iki kere tankın altına yattı.”
Kimmiş tankın altına yatan?
“Tilki İsiin’in kardaşının uşağı.”
Ya Boğaz Köprüsü’nde tanka, makinalı tüfeğe, bombaya, uçağa direnen şehitler?
“Dünyada görülmüş iş değil” diyor Ali Dayım. “Kurşun atılıyor. Adam düşüyor. Silah sesi kesiliyor. Adam kalkıp gene yürüyor.”
Bu, bütün yalanları kör eden bir gerçek.
Bütün artistleri iptal eden bir gerçek.
Ne kadar edebiyat varsa, ne kadar ucuz kahramanlık varsa, hepsini sıfıra irca eden bir gerçek.
Yanındakinin öldüğünü görüyor, kalkıp yine yürüyor. Biz Çanakkale’den sonra böyle bir şey ne gördük, ne işittik.
İrfan Abi diyor ki, “Bizden sonraki nesli gözüm tutmuyordu. Helal olsun, uşaklar bizden sağlam çıktı.”
Eli nasırlı adamlar bunlar. Yüzleri, bağırları yanık.
İstisnasız hepsi yoksul. İçlerinde numunelik bir tane ‘obez’ bulamazsın. Kaburgaları sayılır. Yoksulluktan ve çalışmaktan hepsi fit!
Gençliklerini inşaat köşelerinde, çimento torbalarının, tuğlaların arasında tükettiler.
Bin yıl yaşasalar ortalama bir kentlinin işleyebileceği günahı işleyemezler.
Yani, tahayyül edebileceğiniz herkesten temizler.
Allahu Teala’yla aralarında kimse yok.
Öyle sağlam iman ediyorlar ki...
Öyle sağlam dua ediyorlar ki...
Şeytan hilebazdır. Yapacak çok numarası vardır. İşte yapıp duruyor.
Fakat bu adamların temizliğine hiçbir numara sökmez.