Eskiden Samsun’a sıkça giderdim. Rahmetli babam İsmail Cömert Samsun müftüsüydü.
Samsun’da hala ara sıra selamlaştığımız bir mühendis Cemil (Öksüz) Abi vardı. Yıldızımız barışmıştı Cemil Abi’yle. Samsun’da kim varsa hepsiyle anıştırdı beni. Şimdi saymaya kalksam 40-50 isim sayarım. (Kendimi yokladım, isimlerin hemen hepsi hafızamda. Ukbaya göçenlere Allah Rahmet etsin. Kalanlara afiyet versin.)
Daha çok eşraf sayılacak insanlarla hemhal oluyorduk. Oturup kalktığımız yerlerde okuyan yazan insanlar da olurdu, avamdan, ümmi ama meraklı insanlar da…
Birini hatırlıyorum. Adı Ali’ydi. Hayli gevezeydi, bilse de konuşurdu, bilmese de. Diyordu ki mesela.
“Dünyaya değer vermeyeceksin. Adı üstünde. Dün-ya. Dündü yaa, gelip geçici bir şey.”
Bugün Ali’yi hatırlamamın sebebi İlahiyatçıların “Şeriat” bildirisi.
Ali’nin ‘Şeriat’ konusundaki vecizesi şöyle:
“Abi Şeriat’ı kötülüyorlar. Kötü bir şey değil ki Şeriat. Şeri at diyor. Yani kötüyü atacaksın, bu kadar.”
Ali’nin Arapça bir kelimeyi münasip bir yerinden bölerek anlamlandırmaya çalışması tabii ki saçma. Ama vardığı sonuç makul.
Bildiriye imza atan ilahiyatçılar aşina isimler. Bilhassa Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ü iyi tanıyorum. Uzun zaman Karar’da birlikte yazdık.
Konuştuklarında, yazdıklarında katıldığım ve katılmadığım taraflar vardır. (Katıldıklarım daha ziyadedir.)
İnsanların, dini ya da dini olmayan konularda fikirlerini özgürce beyan etmeleri benim onların fikirlerine katılıp katılmamamdan daha öncelikli ve kıymetlidir.
Şöyle demişler bildiride:
“Arap dilinde pek çok anlama sahip olan şeriat sözcüğü terminolojik açıdan hukuk sözcüğünün karşılığıdır.”
Doğru söylemişler. Ben de öyle anlıyorum.
Öyle bakınca, iyi, kötü, çağdaş, çağdışı, doğulu batılı, bütün hukuk düzenleri şeriat sayılabilir.
“Şeriatın kestiği parmak acımaz” denilir mesela.
Güzel bir söz. Şeriatın ya da başka bir şeyin kestiği parmak acır acımasına. Ama hukuk dersin, adalet dersin, hak ettim dersin, hazmetmekte fazla zorlanmazsın.
Yine, cami cemaati, az çok aşinadır ‘şeriat’ kelimesine. İşitirsiniz, “Musa Aleyhisselamın şeriatı böyleymiş, İsa Aleyhisselamın şeriatı böyleymiş.”
Kastedilen, o peygambere vahyedilen hukuktur.
Ama nedir şeriat, haydi göster, okuyalım, anlayalım dediğimiz zaman üzerinde ittifak edilebilecek bir metin, bir uygulama bulmak mümkün değildir. Bildirideki ilahiyatçıların belirttiği gibi sayısız fıkhi ekol vardır.
Her biri zaman içinde eksik ya da fazla uygulanmıştır.
Ama tarih sayfalarını karıştırırken uygulandıklarından çok ihlal edildiğine, çiğnendiğine dair örneklere rastlarız.
Üstelik de… Emevi, Abbasi iktidarlarında, sultanların idarelerinde başına gelmeyen kalmamış.
Ayrıca, tarihin belli bir döneminde dondurulmuş.
Bu bizim tembelliğimizin hasılası. Dondurduğumuz için geliştirememişiz.
İlahiyatçılar “Şeriat kurallarının güncel yaşamda insan onuruna yakışır bir karşılığı yoktur” demişler.
Neden?
“Çok eşliliği, kölelik kurumunu, çocuk yaşta evliliği, haremlik selamlık uygulamasını, haklar bakımından kadınların ikincilliğini, mürtedin idamını ve tekfirciliği içermesi…”
Burada çok sayıda üstesinden gelinmesi gereken başlık var. İlim sahipleri çalışacak, tartışacak bir karara varacak. Tek bir karara varmaları da şart değil. İhtilaf da edebilirler.
Arkasından şöyle bir cümle geliyor.
“İslam dini, inanç, ibadet ve ahlak esasları olarak şeriattan kesinlikle ayrıdır.”
Şeriat hakkında hüsnüzan edip şeriatın “İnanç, ibadet ve ahlak esasları” olduğunu söylemeleri de mümkündü.
Bunu tercih etmemişler.
Şu cümlenin de ‘şeriat’e karşılık gelebileceği düşünülebilir:
“İslam dini, iman esaslarıyla, uygulama olarak da namaz, oruç, hac, zekât vb. ibadetleriyle, ahlakî açıdan ise helal haram anlayışıyla yüzyıllardır yaşanan ve bundan sonra da daima yaşanacak olan son ilahi dindir.”
Herhalde bu cümle Müslümanlar açısından ‘müttefekun aleyh’tir. (Üzerinde ittifak edilen.)
Tabii ki toplumda taban bulmuş bir tartışma mevzuu bir bildiriyle vuzuha kavuşturulamaz.
Daha geniş, farklı görüşlerin ve ekollerin temsil edildiği bir çalışma yapılması daha faydalı olurdu.
Ama maalesef, insanların birbirini anlayabileceği, dinleyebileceği medeni ve özgür bir tartışma ortamına sahip değiliz.
Bildirinin sonundaki mesaj ağır basmış.
Hepimizi laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetimize sahip çıkmaya davet ediyorlar.
Bildirinin sonuna koymaları bunu vurgulamayı çok önemli bulduklarını gösteriyor.
Gördüğüm kadarıyla toplumda büyük ekseriyet Cumhuriyet’e sahip çıkıyor.
Cumhuriyet’e sahip çıkma tabanı gitgide genişliyor.
Fakat tuhaf bir şekilde herkes kendi cumhuriyetine sahip çıkıyor.