4 senedir seyrediyorduk ABD Başkanı Trump’ı.
Bazen öfkelenerek. Bazen şaşırarak. Bazen gülerek.
Seyir bitti diye düşündüğümüz bir anda, son numarasını sergiledi. Trump, cüretkar adam. Girişken.
Arap şeyhlerini İsrail’le müttefik yapmaya başka bir ABD başkanı teşebbüs bile etmezdi.
ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımaya ve İsrail’in Kudüs işgalini tanımaya da hiçbir ABD Başkanı yeltenmemişti.
Kuzey Kore lideriyle buluşmaya da başka bir başkan gitmezdi.
Oldukça da kaba.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı çirkin mektupla, Merkel’in elini havada bırakması unutulamaz.
Biz o kadarını biliyoruz daha kim bilir ne kabalıklar yapmıştır.
Gidesi yok belli ki.
Aklıma Şili diktatörü Pinochet için uydurulmuş fıkra geldi.
Pinochet hastalanmış. Ölüm döşeğindeymiş.
Haber duyulunca Şilililer Pinochet’nin sarayının etrafında toplanmaya başlamışlar.
Pinochet gürültüleri fark etmiş. Mabeyincisini çağırmış. Sormuş, ne oluyor dışarıda diye.
“Efendim, halk sarayın etrafında toplandı.”
“Niye toplandı?”
“Efendim, size veda etmek için toplandılar.
Pinochet, yattığı yerden başını kaldırmış, merakla sormuş:
“Nereye gidiyorlar?”
Kendisinin gideceğine ihtimal vermiyor.
Trump da ihtimal vermiyordu gideceğine.
Daha seçimin başında “Harika bir dört yıl daha” vadediyordu taraftarlarına.
Fakat olmadı. Oylar sayıldıkça Trump eksiliyordu.
Bu işi bir yerden döndürmek lazımdı.
Kongre binasında delegeler seçimin sonucunu nihai olarak belirleyecek oylamayı yapmak üzere toplanacaklardı.
Trump, bunun son şansı olduğunu düşündü muhtemelen.
“6 Ocak saat 11’de Washington DC’de büyük bir protesto olacak. Lokasyon detayları gelecek. Hırsızlığı durdur” diye Twitt attı.
Bir destekçisi “Süvariler geliyor sayın Başkan” yazdı, Trump “Onur duyarım” diye cevap verdi.
Trump mitingde kalabalığa gaz vermeye devam etti.
Sonra tuhaf bir şey oldu. Amerika tarihinde hiç görülmemiş bir şey.
Kalabalık Kongre binasına doğru yürüdü. Kimi kapısını, kimi penceresini kırdı. Kimi kertenkele gibi Capitol’ün duvarlarına tırmanmaya başladı. İçeri girdiler.
Fotoğraflar harika. Bir Trumpçı Nancy Pelosi’nin makamına oturmuş, bir bacağı masanın üstünde bir bacağı yerde, elinde de akıllı telefon. “Buradan dönmeyiz” diye mesaj atıyor.
Kongre salonunun kapısının camları kırılmış, içeride kongre üyeleri sinmiş, korkuyla bakışıyorlar.
Kongrenin civarında iki tane boru tipi patlayıcı bulunmuş. İçeride beş kişi ölmüş.
Bu, civardaki ABD’den bizar olan ülkeler için güzel bir fırsat tabi.
“Endişeyle izliyoruz.”
“ABD’deki vatandaşlarımız gösterilerin yapıldığı mahallerden uzak dursunlar.”
Bizimkiler de yayımladı bu türden mesajlar.
Olacak o kadar.
Amerikalılar işitti mi bu mesajları?
İşittiler. Kendileriyle dalga geçildiğini de anladılar, merak etmeyin.
ABD’deki başkanlık sisteminin eksik bir sistem olduğu anlaşılıyor.
Yeteri kadar gündem oluşturamadı Trump.
Adamları, seçime dair hile, usulsüzlük, oy çalma, mühürlü-mühürsüz zarf öyküleri geliştiremediler.
Trump yalnız kaldı. İnanmıyorum bu seçime dedi. Aslında biz kazandık dedi.
Valiyi aradı, 11 bin küsur oy bul dedi.
Mahkemelere seçimde hile var diye müracaat etti.
Fakat, bizdeki gibi, cevval bir il başkanı veya cevval bir genel başkan yardımcısı çıkıp “Ne oldu ben de bilmiyorum ama bir şey oldu” gibi üst düzey bir cümle kurarak mahkemeleri ikna etmeyi başaramadılar.
Trump son bir twitt daha attı.
“Acınızı anlıyorum. Biliyorum incindiniz. Seçimi bizden çaldılar. Biz ezdik geçtik, herkes biliyor, özellikle de karşı taraf. Ancak şimdi eve gitmeniz gerekiyor. Barış lazım.”
Bu, muhtemelen son twitiydi.
Twitter, bütün makamların üstünde bir makam olarak... Anayasa Mahkemesi veya başka bir üst merci gibi, ABD Başkanı’nın twitt atmasını engelledi.
Ziyaüddin Serdar’ın anlatmaya çalıştığı ‘post-normal zamanlar’ belki de böyle bir şeydir.