Bayram arefesinde Raşid el Gannuşi’yi niye tutukladılar? Tunuslular annelerinden babalarından, atalarından dedelerinden böyle mi görmüşler?
İhtiyar adam. Emektar siyasetçi. Zindan da görmüş sürgün de.
Biliyorum benimki gayrı nizami bir tepki. Aklıma öyle geldi şimdi.
Fakat siyasetten terbiye beklemenin alemi yok.
Bizde de birçok insan, suçu var mı yok mu Allah bilir, fakat siyaseten öyle icap ettiği için bayramda seyranda hapiste.
Muhtemelen biz de bunu ‘ecdad’ımızdan öğrenmişizdir.
Hayır. Küçümsemiyorum. İyiler de var cedlerimizin, ninelerimizin arasında, kötüler de. İyilerimizin ziyade olduğunu düşünmeyi seviyorum. Ama kötüleri daha çok bildiğimizi zannediyorum. Kötünün gürültüsü çok çıkıyor çünkü.
Peki, bayramdan sonra tutuklamaları uygun olur muydu?
Anladığım kadarıyla cinayetten tutuklamadılar, siyaseten tutukladılar.
Hani diyorlar ya devletin dini adalettir.
Eğer adalet bir dinse, ‘siyaseten’ tutuklamak dinden çıkmak sayılır.
Bizde de siyasetçiler sayısız kere dinden imandan çıktılar.
Geçmişte de günümüzde de.
Raşid el-Gannuşi şu alemde bulabilecekleri en demokrat Müslüman siyasetçidir.
Biraz aşinalığım var. Sürgünde olduğu günlerde (Londra’da yaşıyordu ama seyrek de olsa İstanbul’a gelirdi) birkaç defa tesadüf etmiştik.
Hatta 1986 yılında Arabia dergisinde çıkan bir röportajını tercüme etmiş yayımlamıştım. Arabia, o zamanlar İngilizce çıkan haftalık bir dergi. İdeolojik bir dergi değildi. Takip etmeye çalışırdım. Şimdi yok öyle dergiler. Ne Inquiry ne Crescent ne el-Hilal…
Şimdi internet var. Şeş cihetten haber yağıyor. Üstümüz başımız haber.
Ama ne haber!
Yalanla doğruyu birbirinin içine sokup yalanı da gerçeği de piç eden bir mecra internet.
Yalanın piç olması normal de, gerçeğe yazık.
***
Bugün bayram. Ben de mutadım üzre bayram yazısı yazacağım.
Yazacağım da birden Gannuşi aklıma düştü. Sanki yolumu kesti.
Anmadan geçemedim.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Facebook'ta bir yazı paylaşmış. Birkaç cümlelik. O yazıdan başlayıp devam edecektim.
Yeni değil. Üzerinde 5 Haziran 2019 tarihi var. Demek ki üç sene öncesinin ‘Şeker Bayramı.’ Şöyle diyor:
“Ramazan Bayramı’nın Şeker Bayramı diye ifade edilmesi yanlıştır. Şeker Bayramı diye bir bayram yoktur. Bu bayram Ramazan Bayramı’dır ve bir ibadettir. Böyle bir ifade Ramazan’ın kutsiyetine hafiflik getiriyor. Bu şekilde kullananlar bundan vaz geçsinler.”
Bizim çocukluğumuzda ‘Şeker Bayramı’ lafı daha yaygındı.
Tatlı bir bayram. Güzel bir adlandırma. Art niyet aramaya lüzum yok.
Zamanla Şeker Bayramı adlandırması bize tuhaf gelmeye başladı. Niye Şeker Bayramı ki? Ne oldu yani?
Şeker Bayramı adlandırmasının devletin (ya da düzenin) bize bir oyunu olduğunu düşünmeye çok yatkındık.
Mutlaka ama mutlaka Ramazan Bayramı demeliydik.
Dedik de…
Hatta Ramazan Bayramı demek yaygınlaştı. ‘Şeker Bayramı’nı geçti.
Tamam, olsun, geçsin. Hiç kimse açısından bir sakıncası yok.
Fakat zaman zaman eski kitaplarda, çok eski değil, bizden eski sadece, Şeker Bayramı tabirine rastlıyor, yadırgıyordum.
Görebildiğim şuydu.
‘Şeker Bayramı’ ‘Ramazan Bayramı’ adlandırmasına göre daha eski.
Babam dostlarına yazdığı bayram kartlarında “Iyd-i Fıtr” yazardı. Eski metinlerde de “Iyd-i Fıtr” var. En eskisi bu.
Fıtrat. Yaratılış Bayramı. Bunu daha önce de birkaç defa not etmişimdir.
Şeker Bayramı desek olmaz mı?
Olur. Mesela merhum Süheyl Ünver’in defterlerinde var. Celalettin Ökten Hoca’nın kızı Ayşe Hümeyra Öktem’in hatıralarında da birkaç yerde gördüm. İkisi de şimdiki muhataplarımızdan münevver insanlar.
Yani olur.
Şeker bayramı lafı üzerinde bir taassup imal etmek tamamen lüzumsuz.
‘Şeker Bayramı’ lafı ‘Ramazan Bayramı’ lafından daha eski. İlle doğrusu lazımsa, doğrusu ‘Iyd-i Fıtr.’
Yaratılış bayramı. Bilemedin İftar Bayramı.
Yani… Diyanet İşleri Başkanı Ali Bey zahmet etmiş. Çok lazım değildi.
‘Şeker Bayramı’ diyenlerin ağzına biber sürmenin kitapta yeri yok.
(Sürersen sür! Şekeri zararlı diyorlar. Biberin ise bir sürü derde faydası var.)
Efendim... Bayramınız Mübarek olsun.