Ula ben siyasete gireceğim” demiş Temel Dursun’a.
Dursun şaşırmış.
“Deli misun?”
“Şart midur?” demiş Temel.
Turgut Özal bunu Karadeniz’de bir seçim mitinginde anlatıyordu.
Ahalinin kahkahası ekranlara kadar yansıyordu fıkranın akabinde.
Şimdi benim bu fıkrayı şu köşede, durup dururken, herhangi bir bağlam olmaksızın anlatmam Binali Bey’in fıkra anlatmasına benzedi.
Fıkranın nasıl anlatılması gerektiğine dair bir fasıl açmayacağım.
Bir zamanlar siyasetçilerin güle oynaya seçime girdiğini hatırlamaya çalışıyorum.
Aslında, yeri gelince, bağlamı oluşunca, mesela sonda yapılması gereken bir işi başlangıçta yapan biri hakkında konuşurken anlatılırsa Binali Yıldırım’ın ‘ettehiyyatü’ fıkrası güzeldir.
Bir de tabii fıkrayı dinleyeceklerin anlamaya müsait olması lazım.
Hande Fırat ve Buket Aydın belki adapte olamadılar ‘Ettehiyyatü’ meselesine.
Namazda ‘ettehiyyatü’ okunduğunu biliyorlardır muhtemelen.
Binali Bey gibi, dinden, namazdan haberdar olan bir siyasetçinin anlattığı fıkrada sorun aramak akıllarına gelmemiş olabilir.
Ettehiyyatü’nün kıyamda mı, kuud’da mı okunacağına dair bilgi hazır değildir kafalarında. Ya da o anda o kadar dikkat etmemişlerdir.
Şu da olabilir. Fıkranın bittiğini fark etmemişlerdir, devamını beklemişlerdir.
Bilhassa Buket Aydın, nasıl şaşırmış, bakıyordu kameraya!
Ben asıl Mehmet Soysal’ı yadırgadım.
Soysal hem ‘tahiyyat’ı, kıyamı kuudu bilir, hem de espriden anlar.
Bu fıkrayı da eminim biliyordur.
Niye öyle kalakaldı, anlamadım.
Bu fıkra hadisesiyle Binali Yıldırım’ın da hakkının yendiğini düşünüyorum.
Çünkü o da esprili bir siyasetçi. Tek fıkra ile harcanamaz.
Daha önce TRT’de katıldığı, vapurdaki söyleşisini izlemiştim. Güzel espriler yapmıştı ve herkesi güldürmüştü.
Çok gergin bir seçim atmosferi içindeyiz.
Sert mesajlar alınıp veriliyor.
Kimse şaka, fıkra kaldıracak havada değil.
Binali Yıldırım sahaya bütün ağırlığıyla inmedi.
Kendine mahsus sebepleri vardır, bunlardan haberim var.
Yerel seçimin ‘beka meselesi’ olarak görülmesini uygun bulmadığını da söylemişti Binali Bey.
Kendi bulunduğu ‘taraf’ın söylemini ‘seyrelten’ bir bakış açısı.
(Zannedilenin aksine, ‘seyreltmek’ faydalı da olabilir. Ziraatle meşgul olanlar bilir. Hasadın daha verimli olması için sık ekilen yerleri seyreltirsin.)
Ettehiyyatü fıkrası kazaya uğradıysa bile... Binali Yıldırım’ın ‘tarz’ını seçimin gergin ve ağır havasını yumuşatan bir faktör olarak görüyorum.
***
Mehmet Özhaseki Kayserilidir. O da esprili bir siyasetçidir. Zaten ‘Kayserili’ kelimesi zekayı ve espriyi içinde barındırıyor.
Özhaseki’nin de bu yönlerini yansıtan bir kampanya yapmasına ihtimal verirdim.
Fakat tercih etmedi. Ankara’nın gergin rüzgarına kapıldı.
Oysa Ankaralılar... Siyasetçileri kastetmiyorum, bildiğiniz Ankara bebeleri... Şakayı cümbüşü severler.
***
Doğru mu anlıyorum, yoksa davulun sesi uzaktan mı hoş geliyor?
AK Parti’nin İzmir adayı Nihat Zeybekçi de gerilimden hoşlanmıyor.
Belki fıkralar anlatmıyor, fakat yöneldiği temalar sertlikten beslenmediğini ortaya koyuyor.
Soyadı ‘Zeybekçi.’ Yani Egeli Nihat Bey.
Egeliler, yaşamanın ‘ergonomi’sini bilirler.
Ya da şöyle diyeyim.
Hayatı yokuşa sürmeden yaşamanın yolunu bulmayı başarırlar.
Zeybekçi, İzmirliler’in hassas olduğu ‘yaşam tarzı’ konusunda teminatlar veriyor.
İzmir’de şarap üretiminin desteklenmesi gerektiğini anlatırken “Bu bir üründür, ticarettir. Ben müftü değilim, Diyanet İşleri Başkanı değilim. Orası beni hiç ilgilendirmez” diyebiliyor.
Bu üslup İzmir’in ortamına uyuyor.
Fakat ‘hariç’teki AK Partililerin bu söylemden rahatsız olduklarını işitiyorum.
Peki oya dönüşür mü? Yani İzmir için tercih edilen bu söylem?
Çok kalmadı 11 gün sonra görürüz.
Hayatın ergonomisini bilen sadece Nihat Zeybekçi değil.
Öteki İzmirliler de Egeli.
Sanki istiflerini bozmayacaklar. Eski düzenlerine devam edecekler. Öyle hissediyorum.
Tabii ki birkaç kişinin fıkrasıyla, tebessümüyle koca bir seçim yumuşamaz.
Ekseriyet, kaşları çatmaya devam.