Akdeniz’de, Ege’de sular ısınıp duruyor.
Acaba savaş mı çıkacak?
Evvela, çıkmamasını temenni etmemiz gerekiyor.
Şu şartlarda, şu günlerde, hiç kimsenin faydasına değil.
Biz navtex ilan ediyoruz, aynı koordinatlarda veya biraz yakınında Yunanistan da navtex ilan ediyor.
Ara sıra savaş uçaklarıyla, gemileriyle tatbikat bölgesine veya gemilerimizin çalışma yaptığı koordinatlara yaklaşıyorlar.
Tatbikat yaptığımız bölgelere yakın yerlerde Fransa, İtalya ve Güney Kıbrıs’la birlikte hava ve deniz tatbikatı yapıyorlar.
Kararlıyız. Bizi rahatsız eden gemileri ve uçakları püskürtüyoruz. Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne şikayet ediyorlar ve AB Dışişleri Bakanları toplantısından
Türkiye’ye yaptırım tehdidi çıkarmayı başarıyorlar.
Merkel bile, ‘ablalık rolü’nü bir tarafa bırakarak “Hep birlikte Yunanistan’ın yanında olmalıyız” mesajı veriyor.
AB, çok aceleci davranmayıp kararın görüşülmesini 24 Eylül’de toplanacak AB zirvesine erteliyor.
Son olarak, Yunanistan, Kaş’ın hemen karşısındaki Meis adasına komandolarıyla çıkarma yapıyor.
Bunların toplamı, ‘kontrollü gerginlik’ kavramının bir fazlasını ifade ediyor.
Benim hatırıma hemen Le Point dergisinin 16 Temmuz tarihli sayısının kapağı geliyor. O günlerde Akdeniz’in suları henüz bugünkü kadar ısınmamıştı.
Sarı renkte yazılmış bir ‘Erdoğan” ve altında “La guerre a nos portes” Savaş kapımızda.
Üst başlık: Ayasofya, Suriye, Libya, Akdeniz.
Dini bir motivasyon unsuru olarak Ayasofya’nın ibadete açılmasını listenin üst sırasına koyan bu kapak, ‘savaş’ derken bir temenniyi mi, bir endişeyi mi ifade ediyordu?
Fransa’nın bir savaşa mı ihtiyacı var?
Macron, İngiltere’nin Brexit’le terk ettiği AB’de, Almanya’nın ekonomik ve siyasi başatlığına mukabil hiç olmazsa askeri bir ağırlık mı kazanmak istiyor?
Ya da iç politikada kendisini güçlendirecek bir aksiyon mu arıyor?
Bu sorulara hiç tereddütsüz “Olmaz, yoktur öyle bir şey” diyebilir miyiz?
Diyemeyiz.
Siyasetçiler bazen böyle pahalı vasıtalara müracaat edebilir.
Nasıl olsa cephenin ön tarafında Yunanistan var.
Belki Yunanistan da Türkiye’yle bir sıcak çatışmaya girmekten ziyade Avrupa’nın baskısıyla kendi lehine bir sonuç üretmeyi ümit ediyordur.
Avrupa’nın desteğine güvenerek üst perdeden atıp tutuyordur.
Yunanistan’ın geleneğinde böyle bir şey var.
Tarihi boyunca sınırlarını hep başkalarının bizimle, yani Osmanlı’yla yaptığı savaşların sonucunda genişletti.
Ama, ya petrol ve doğalgaz gündemiyle iyice ısınan Akdeniz’in suları birdenbire tutuşursa?
Göstermeye çalıştığım resim bugün içinde bulunduğumuz halet-i ruhiye ile bağdaşmayabilir.
Ekranlarda fikrine müracaat edilen profesörler dahi hamaset yapıyor.
Bu hamaset dozu biraz fazla.
Tamam, biz haklıyız.
En azından, ülkemizin ve ‘mavi vatan’ımızın Yunanlıların Ege’deki adalar için ilan etmek istediği kendilerinden menkul karasuları içinde sıkışıp kalmak istemiyoruz.
‘Mavi vatan’ımızı korumakta kararlıyız.
Ayrıca, Yunanistan’la beş edebiliriz.
Bunlar doğrudur.
Ama bunlar, savaşı temenni etmemizi, politikamızı böyle bir temenniye göre inşa etmemizi gerektirmez.
Krizin Avrupa ile ilgili boyutu ayrıca önem arz ediyor.
Soru şu:
Avrupa, sıcak bir çatışmanın kendi güneyini fena halde ısıtmasına, hatta belki de yakmasına razı olur mu?
Böyle bir ihtimalin Avrupa’yı mutlu edeceğini söyleyebilir miyiz?
Zannetmiyorum.
Türkiye, Avrupa ile Ortadoğu’daki çatışma bölgeleri arasında duruyor.
Misyonu bu değil ama, varlığıyla, istikrarıyla bir bakıma Avrupa’yı korumuş oluyor.
Belki Avrupa bu gerçeği dikkate alır.
Belki aklı selim galip gelir ve Avrupa krizi yumuşatacak bir formülün peşine düşer.