Tasavvuf olmasaydı eksik olurduk.
Düşünce dünyamızın, irfanımızın, insanın içine doğru derinleşen tarafında bir boşluk kalırdı.
Yalınkat, zahirin kabuğunda dolaşan bir fikir hayatına sıkışır kalırdık.
Ne söylediğimin farkındayım.
Bir çok yanlışı tasavvufi geleneğe bağlayan muhitlerden, onların söylemlerinden haberdarım.
Onları yabana da atmıyorum.
Buna rağmen, tasavvufi geleneğin Müslümanlara ait müktesebata katkısını kıymetli buluyorum.
Hani, nerede o insanın içine doğru derinleşen irfan, sorusunu sormak tabii ki anlamlıdır.
Şimdi yok görünürlerde. Belki kendi halinde yaşayan mü’min insanların dünyasında mevcudiyetini sürdürüyordur.
Belki bazı mütevazı çatıların altında tasavvufun ruhuna uygun bir şekilde, gösterişsiz, bağırmayan, şarlatanlığa tevessül etmeyen bir mizaçla yaşıyordur.
Görünürde olanların çoğu maalesef, çok gürültücü, çok nümayişkar.
Aslında, bir mü’min için çok vaadkar değildir, tasavvuf mektebi.
Bir ebedi kurtuluşu garanti etmez.
Aksine, özünde bütün efradını bir ömür beynel havf ve’r reca yaşamaya çağırır.
Yani, korku ile ümit arasında.
Herkes kurtuldu, bir kişi dalalette deseler, o bir kişinin ben olacağımdan korkarım.
Herkes dalalete düştü, bir kişi kurtuldu deseler, o kurtulanın ben olacağımı ümit ederim.
Böyle bir hal.
Bu halden hiç çıkmadan, ‘ben kurtuldum, başkaları sapıttı’ demeyi hiç hatırına getirmeden, bununla beraber kanaati, tevazuu, edebi, kul hakkına riayeti, Allahu Teala’yı, O’nun sonsuz kudretini hatırlamayı, içtenliği, sevgiyi öğütleyen bir ruh terbiyesi süreci.
Ben böyle anlıyorum.
Fakat ortalıkta dolaşan bir ‘kültür’ var.
Kur’an-ı Kerim’le, Peygamberimiz’in uygulamasıyla hiç alakası olmayan bir ‘efsane.’
Allahu Teala’yla, Peygamberimizle irtibat halinde olduğu iddia edilen...
Kitaba Sünnete uymayan bir şey bile söylese, Peygamberimiz’in tavsiyesiyle söylediği var sayılan...
Yanlış söylediği aşikar olsa bile itiraz edilmesi imkansız olan...
Hiç bir davranışı, hiçbir kelamı sahih bir ölçüye vurulamayan bir beşer ortada duruyor.
Kainatı o yönetiyor.
Dünya siyasetini -siz bilemezsiniz- o şekillendiriyor.
Bu zat, kendisine tabi olanları kurtaracak.
Kesin kurtaracak.
Eh, biz de onun etrafında dolaşıyoruz. Ne derse dinliyoruz.
Her halde bizi de kurtarır.
Her halde ne demek? Kurtaracağından bir an şüphe etmek insanın imanını tehlikeye sokar.
Cennetten arsa, köşk, villa dağıtıyorlar.
Huri servisi yapıyorlar.
Kendileri kurtulmuş gibi eteklerine yapışan herkesi kurtarmayı garanti eden sigorta şirketleri.
Full kasko...
Halbuki, olamaz öyle bir şey.
İslam’ın hiçbir öğretisinden hareketle böyle garantili bir neticeye gidemezsiniz.
İyi de, bu piyasa ne?
Mesela badeci şeyh nereden buluyor bu kadar manyağı?
Ya da bugünlerde cürmü aşikar olan sübyancı?
Demek ki ‘efsane’ tutmuş.
Bu efsane sayesinde dükkan açan herkes, işini yürütecek kadar müşteri buluyor.
Ne diyelim buna? Cehalet mi?
Bir dereceye kadar. Bir dereceye kadar da sahtekarla tamahkarın buluşması.
Birilerinin, bu efsanenin gerçek olmadığını ilan etmesi lazım.
Sadece sapkınlıkların aşikar olduğu mevsimlerde değil, her vesileyle, hatta vesilesiz.
Çünkü böyle sapkınlıklar vaki olmasa bile yanlış o efsane.
Kim ilan edecek?
Aklı selim olan herkes.
Ama evvela ‘efsane’nin Kur’an-ı Kerim’le, Peygamberimiz’in Sünnet’iyle bağdaşmadığının bilincinde olan sufiler.