Bu memleketin bir vatandaşı olarak sivil, medeni, her işe karışmayan, dolayısıyla ilkeleri, hedefleri sağlam bir dille vaz ettikten sonra yönetmenin ayrıntılarını milletin oylarıyla seçilen siyasilere bırakan yani metni çok uzun olmayan, özgürlükçü, mümkünse dört başı mamur bir yeni anayasanın vücuda getirilmesini temenni ederdim.
Bu yeni anayasa, başkanlık sistemini de içerebilirdi ve devletin organizasyon yapısını ‘Başkan’a göre belirleyebilirdi.
Siyasi şartlar, en azından şu anda, buna imkan vermedi.
Gündem üretmek istisnai bir kabiliyettir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, tarihimizdeki gündem üretme kapasitesi en yüksek siyasetçilerden birisidir.
Benim şahit olduğum dönemde gündem üretme kapasitesi Erdoğan’la kıyaslanabilecek başka bir siyasetçi gelmedi.
Bu genellemeye MHP lideri Bahçeli de dahildir.
Fakat Bahçeli’nin memleketin günlük hayatını çok etkileyen esaslı siyasi çıkışları onu ayrı bir mevkie koymamızı gerektirir.
Şimdi, AK Parti ve MHP’nin dün uzlaştıklarını ilan ettikleri, ‘Partili Cumhurbaşkanlığı’ veya ‘Cumhurbaşkanlığı sistemi’ olarak anabileceğimiz anayasa değişikliği teklifi Devlet Bahçeli’nin teşebbüsüyle ortaya çıkmıştır.
Bu, neresinden bakılırsa bakılsın tarihi bir uzlaşmadır.
‘Fiili Başkanlık’ uygulamasına geçmiştik, halen o uygulamanın içindeyiz.
‘Cumhurbaşkanlığı sistemi’ için süreç yeni başlıyor.
Sürecin sonunda, Allah izin verirse, ‘Cumhurbaşkanlığı devri’ne gireceğiz.
Nedir süreç?
Teklif Meclis’e gelecek. Kamuoyunda tartışılacak.
Sonra Meclis’te oylanacak.
330’un üzerinde kabul oyu alırsa referanduma sunulacak.
Referandumda yüzde 50,0001 oy alırsa ‘Cumhurbaşkanlığı sistemi’ bizim yeni sistemimiz olacak.
Anlatması ne kadar kolay.
“Dümdüz yürü, ileride Lale Pastanesi’ni göreceksin, oradan sağa dön, solunda cami var, yüz metre sonra manavın karşısındaki apartman…” der gibi kolay.
Ben yeryüzünde böyle bir kolaylık olduğunu düşünmüyorum.
Yani rehavete kapılmak lükstür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimlerde sarf ettiği eforu hatırlayın. AK Parti’nin kaç kilometre bölünmüş yol yaptığını, kaç tane hastane açtığını, kaç ambulansı hizmete sunduğunu, kaç havaalanı yaptığını, kaç derslik inşa ettiğini, kaç konut yaptığını hiç usanmadan, gittiği her yerde, konuştuğu her kürsüde, elli defa, yüz defa, iki yüz defa usanmadan anlatmasını, herkesin gölgede imanının gevrediği temmuz, ağustos sıcaklarında olağanüstü bir enerjiyle, ‘Rabia’yı, ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda’yı, gittiği yerin ilçelerini, mahallelerini hiç ihmal etmeden bir bir saymasını, hitap ettiği kitleyle yekvücut olmasını hatırlayın.
Yapılacak ne varsa, ‘şunu da yapsaydık’ demeye imkan bırakmayacak şekilde son saniyeye kadar hepsini yapmasını…
Önümüzdeki süreç de en ufak rehavetin maliyetinin çok ağır olabileceği bir süreçtir.
Hiçbir şey ‘çantada keklik’ değildir.
Meclis’teki görüşmeler, oylamalar dahil bütün aşamalar sıkı takip ve hassasiyet gerektiriyor.
Yüzde 50,0001, (virgülden sonraki sıfırları çoğaltabilirsiniz) büyük bir orandır.
Hepsi, her bir rakam bir emekle meydana gelir.
‘Ağyar’ın boş durmayacağını da hesaba katmak lazım.
Kim ‘ağyar?’
Normal siyasi muhalefet yöntemleri elbette normaldir.
‘Ağyar’, 15 Temmuz’da millete uçaklarla, tanklarla saldırmak dahil, bir sürü kötülüğü göze alan her türlü -tabiri caizse- ‘dahili ve harici bedhah’lardır.
Misali FETÖ’den verdim diye tek mihrak FETÖ sayılmasın.
İnşallah sonunda sahil-i selamete çıkarız.