Hiçbir şey değişmeyecek mi yani, Biden Başkan olduktan sonra?
Değişebilir.
Trump’ın görev süresince çok kurcaladığı ‘Amerikan müesses nizam’ı fabrika ayarlarına dönebilir.
Bir üslup değişikliği de olabilir.
Demokratlar’ın kendilerine has üslupları var. Cumhuriyetçilerle aynı şeyi yapacak oldukları zaman bile daha nazik yöntemler kullanıyorlar.
Dünyanın gidişatında da, Trump’a nispetle liberal sayabileceğimiz bir ABD Başkanı’nın seçilmesi kendiliğinden değişikliklere sebep olabilir.
Mesela, dünyada, bilhassa Avrupa’da aşırı sağcı partilerin yükselişindeki ivme bir miktar azalabilir.
Sadece bir miktar. Çünkü dünyadaki genel akış şu anda sağcılığa, milliyetçiliğe doğru. Biz bile, (İslamcılarımız dahil) ne kadar millileştik.
Biden’ın seçilmesinin sebep olduğu beklentiler açısından Türkiye’nin konumu ayrı bir özellik arz ediyor.
Trump bize bağırıp çağırıyordu ama bazı konularda bizi kolluyordu.
Mesela Rıza Sarraf davasında endişe ettiğimiz ölçüde hırpalanmadık.
Halkbank’a da ekonomimizi etkileyecek bir yaptırım uygulanmadı.
S 400 ihtilafında Trump Türkiye’nin tezini tekrarlayarak hatta Obama’nın Patriot vermemesini eleştirerek Türkiye’yi idare etti.
Senato’dan geçen yaptırımları muallakta bıraktı.
Bunlar, muhtemelen Trump’la bizim yetkililerimiz arasında tesis edilmiş özel ilişkinin sağladığı kolaylıklar.
Trump’la Cumhurbaşkanı Erdoğan birbirlerini arayıp ihtilaflara iyi-kötü bir şekil veriyorlardı.
Biden’la da aynı vasıtalara sahip olacak mıyız? Benzer ilişkiler kurabilecek miyiz?
Bu mümkün. Çünkü Türkiye ABD için, Nato için önemli bir ülke.
Hiçbir ABD Başkanı gelir gelmez Türkiye’yle bozuşmak istemez.
Ama özel ilişkilerde Trump zamanındaki ‘kalite’yi tutturamayabiliriz.
Eski bakan Berat Albayrak’ın görevden af talebi, yeni bakanın atanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomi ve hukuk reformu açıklamaları, hatırlarsanız, Biden’ın seçimi kazanmasının hemen ardından vuku bulmuştu.
Berat Albayrak, Trump’ın kaybettiğini görünce telaşa kapılmış ve görevden affını talep etmiş olabilir mi?
Böyle teoriler kurulduysa da... Trump’ın damadının akıbetiyle eşleştirmeler yapıldıysa da, delilsiz.
Ama bunların hepsinin en azından eşzamanlı gerçekleştiğini Cumhurbaşkanı Erdoğan söyledi.
“Affını isteyen Berat Albayrak’ın talebini kabul ederek Lütfi Elvan arkadaşımızı görevlendirdik. Bu görev değişiklikleri küresel düzeyde siyasi ve ekonomik değişime uygun şekilde ülkemizde hukuk ve ekonomi alanında köklü değişiklik yaptığımız zamana denk düşmüştür.”
Biz mi dünyadaki değişimi okuduk yoksa dünyadaki değişim mi bizi okudu tartışılabilir.
Kimin kimi okuduğu çok önemli değil aslında.
Hiç kimse kimseyi okumadıysa bile, ‘hukuk ve ekonomideki köklü değişiklik’ söylemi bizdeki sistemi ‘küresel siyasi ve ekonomik değişim’e uyarlama iradesi olarak yorumlanmaya müsait.
Zamanlama, zamanın ruhuna uyuyor.
(Aynı günlerde AB’de oluşan ‘yaptırım’ gündemini bu pakete dahil edebiliriz.)
Yeni dönemde ABD ile iyi ilişkiler temennisi de, Türkiye’nin geleceğini AB’de görme beyanları da aynı maksada matuf.
Başarabilir miyiz bunu?
Yeni dönemde daha şeffaf olmamız gerekiyorsa, olabilir miyiz?
Bizim devlet şeffaflıktan hoşlanmıyor. Şeffaf olursa içi görünür ve devlet içini göstermeyi sevmiyor.
Yargının bağımsız olması gerekiyorsa, yargıya o bağımsızlığı sağlayabilir miyiz? Alışkanlıklarımız müsaade eder mi?
Etmez ama lazım.
Bir soru daha: Yargı bağımsızlığa alışır mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın reform yönündeki, tam da bu zamana denk düşen söylemlerinin yankısı olumluydu.
Ancak o söylemleri tefsire yönelik teşebbüsler ortalığı karıştırdı.
Bülent Arınç’ın maruz kaldığı muamele ibretamiz.
Cumhurbaşkanı ‘fitne’ dedi, Cumhur İttifakı’nın müessir ortağı Bahçeli demediğini bırakmadı...
Bırakmadı ama, ‘reform’ kelimesini hem de sahiplenerek kullandı.
Demek ki yapmasak da küresel şartlar ‘reform’ dememizi gerektiriyor.
Yapacak mıyız?
Hiç yapmasak olmaz. Biraz yapacağız.
İyi de... O kadar reform ‘dünyadaki siyasi ve ekonomik değişime’ intibak etmemize kafi gelir mi?
Belki de devlet bunu düşünüyordur. Reformun dozajı nasıl olsun?